9 Ocak 2023 Pazartesi

 Falanksçılık

 

Mütevazı bir Fransız satış elemanı olarak, boş zamanlarını sosyal eleştiriler yazarak geçiren Charles Fourier (1772-1837), eski sosyalist yazarların en nüfuzlularındandır.

 

Marx’ın tarih perspektifinden yoksun olsa da onun kapitalizm eleştirilerinin birçoğunu okumuştur.

 

Fourier, “Yirmi asırlık politik budalalığı bozan/yıkan benim; bugün ve gelecekteki nesiller sınırsız mutluluklarını bana borçlu olacak.

 

Benden önce insanlık doğaya karşı çılgınca savaşarak birkaç bin yıl kaybetti; ben onun huzurunda, onun talimatlarına uyarak başımı eğdim; o da lutfedip tapınağına tütsü sunan bu ölümlünün yüzüne güldü ve bütün hazinelerini bana teslim etti,” diye yazarken toplumsal mutluluğun yasalarını ilk keşfeden kişi olduğuna inanmıştı ve bundan gurur duyuyordu.

 

Fourier, insanlığın kapitalizmin kötülüklerinden, içindeki tüm düzenlemelerin Fourier’in doğanın dikte ettiği şeyler olduğuna inandığı “falanks” adını verdiği model topluluklar oluşturarak kurtulabileceğini ileri sürmüştür.

 

Çalışmasının büyük bir kısmı, öngördüğü düzenlemelerin kısacık tariflerinden oluşur.

 

Falankslar nasıl oluşturulacaklardır?

 

Fourier, Marx’ın aksine, proletarya tarafından üstlenilecek olan bir sosyal devrimi ne öngörmüş ne de istemiş; prensiplerinin doğruluğuna ikna olan bazı alicenap hayırseverlerin ilk falanjı tesis etmek için gerekli olan parayı sağlayacağını ve diğerlerinin öykünerek izleyeceklerini ummuştur.

 

Maddi durum, yaş, karakter, teorik ve pratik bilgi itibariyle çeşitli düzeylerdeki bin beş yüz ila bin altı yüz kişiden oluşan bir topluluk oluşturulacak, bu çeşitliliğin mümkün mertebe zengin olmasına özen gösterilecektir, çünkü tutkular veya yetenekler ne kadar çeşitli olursa, onları uyumlu hale getirmek bir o kadar kolay olacaktır.

 

Deney için ayrılmış olan bu bölgede, seradakiler ve koruma altında olanlar dahil, ekilebilir her tür bitki bir araya gelmeli; ayrıca kışın ve yağmurlu günlerde kullanılmak üzere, en az üç ek üretim tesisi daha olmalı; hatta okullardan bağımsız olarak çeşitli bilim ve sanat dallarının uygulamalı eğitimi.

 

Bir falanksın konaklama yerleri, fidanlıkları ve ahırları, bizim köy ve kasabalarımızdaki gibi hiçbir sosyal bağı olmayan ve yoldan çıkmışçasına davranan ailelere yönelik olanlardan farklı olmalı; pislik ve kabalıkta birbirleriyle rekabet eden bu küçük evler yerine, bir falanks, kendisi için temeli müsait olduğu ölçüde düzenli ve büyük bir yapı kurar: İşte sizlere dağıtılmak üzere hazırlanmış, gelişime açık, elverişli bir yerleşimin krokisi!

 

Saray/konak ya da falanksın merkezi bölümü, dinlenme amaçlı kullanıma tahsis edilmeli ve yemekhaneler, finans salonları, kütüphaneler, çalışma odaları ve benzeri yerleri kapsamalıdır.

 

Bu merkezi kısımda ibadethane, telgraf, posta kutuları, tören çanları, gözlemevi, reçineli bitkilerle süslenmiş olan ve tören alanının gerisinde bulunan kış avlusu yer alır.

 

Kanatlardan biri marangozhane, demirhane, tüm dövme işlerinin yapıldığı atölyeler gibi gürültülü yerleri bir araya getirmelidir; ayrıca burası müzik de dahil olmak üzere, çocukların genellikle gürültülü olan çalışma yerlerini de içermelidir.

 

Bu kombinasyon, her sokağında civardaki elli ailenin kulak zarını patlatan çekiç sesleri, bir demir satıcısı ya da acemi bir klarnetçi olan medeni şehirlerimizin huzursuzluğunu da bertaraf edecektir.

 

Diğer kanatta, konağın/falanksın merkezi kısmını işgal etmesinler ve eve, aileye dair ilişkilerini sıkıntıya sokmasınlar diye balolar ve yabancılarla görüşmek için tahsis edilmiş salonları olan bir kervansaray olmalıdır.

 

Fourier konut konusundan, ortak yaşam temelinde hazırlanıp yenilmesi gereken yemek konusuna geçer.

 

Sonuçta yemekler, lezzet bakımından şu anda bizim gastronomlarımızın hoşuna giden yemeklerden de iyi olacaktır.

 

Halkın sofrasında bulunacak olan yemek çeşitliliğine gelince, her gün üçer üçer yenilenmek ve her yemekte değişen bir düzine farklı içecekle birlikte olmak üzere, otuz ya da kırk çeşitten az olmayacaktır.

 

Büyük şehirlerimizde belli belirsiz bir “ilerici ev idaresi” anlayışının baş gösterdiğini görürüz; bunlar daha şimdiden erkekler ve kadınlar için birer sirk ya da gazino olarak, insanların sıkıcı aile suarelerini terk etmelerine neden olmaktadır.

 

İnsan burada ufak bir bedel karşılığı, özel bir evde on kat daha pahalı olan baloların ve konserlerin, her türlü oyunun, derginin ve diğer her tür eğlencenin tadını çıkarabilir.

 

Buradaki her keyif, hem para hem de çaba bakımından ekonomiktir, çünkü düzenlemeler “ilerici ev idaresi”ndeki gibi resmi falanks üyelerine bırakılır...

 

Üç yüz hanenin tek bir büyük yapı içindeki olmasının sağladığı büyük fayda karşısında kişinin gözleri kamaşır.

 

Burada, farklı fiyatlarda apartmanlar, bölümden bölüme uzanan üstü kapalı yollar, farklı farklı sınıflar, çeşitli uğraş alanları bulurlar - kısacası, emeği kolaylaştıran ve onu cazip hale getiren her şeye ulaşırlar.

 

Detaylara girelim.

 

Öncelikle, birliğe ait tavan aralarının ve bodrumların avantajlarını gözden geçireceğim.

 

Bugün üç yüz köylü ailesinin (bin beş yüz ila bin altı yüz kişi) oturduğu üç yüz çatı katı, her mal, hatta her malın farklı çeşitleri için özel bölümleri haiz geniş ve sağlıklı ambarlarla ikame edilecektir.

 

Kişi burada, bir köylünün aklından bile geçmeyecek havalandırma, ısıtma, aydınlatma ve benzeri avantajların tümünü garantiye almış olacaktır, zira onun mezrasının tamamı bile çoğunlukla malların korunması için yeterli koşullara sahip değildir.

 

Oysa bir falanks hem bütünü hem de tavan araları ve bodrumları itibariyle elverişli bir mekândır.

 

Bina içindeki bu geniş ambarın gideri, duvarlar, ahşap yapı, çatı malzemesi, tambur, yangın denetleme, böceklere karşı koruma vb. masraflar dahil, üçü bir çatı altında ve bir katla sınırlandırılmış olarak, köylülerin üç yüz tavan arası için yapacağı masrafın ancak onda biri kadardır.

 

Köylülerimiz, bugün kapı ve bunun gibi diğer her şeyden üç yüz tane kullanırken, tüm birliğe ait ambarda sadece on kapı ve kilit bulunacaktır.

 

En önemlisi, yangın, salgın hastalıklar ve hasara karşı alınan önlemlerle kazanç çok daha büyük olacaktır.

 

Genel güvenlik için alınacak olan herhangi bir tedbir, bazıları çok yoksul, bazıları beceriksiz ya da kötü niyetli olan üç yüz medeni köylü ailesi arasında uygulanamamaktadır.

 

Nitekim her yıl tek bir hanenin ihtiyatsızlığının tüm köyün yangın felaketine uğramasına, bir enfeksiyonun tüm büyükbaş hayvanlara bulaşmasına neden olduğu bir vakıadır.

 

Topluluk işbirliği yapmadığı için hayvanlara ve böceklere karşı önlem almak da bir hayaldir; malum, kurtları avlamak onların üremelerine engel değildir.

 

Benzer bir biçimde, ambarlarınızdaki fareleri yok edebilirsiniz, ama tedbir alınmadığı takdirde, fareden arındırılmamış olan bu bölge kısa sürede yine farelerin istilasına uğrar.

 

Bu gibi şeyler, belediye başkanları tarafından her yıl emredildiği halde, asla icra edilmediği için tırtıllardan bile kurtulamayan bir medeniyette imkânsızdır.

 

Oysa ortaklık yoluyla oluşturulmuş bölgede, bir avuç tırtıl bile bulamazsınız; bu böcek, toplu tedbir alınması halinde bile ancak üç yılda yok edilebilen bir böcektir.

 

Ortak yönetim, üretken addettiğimiz ekonomilerin gelişmesine yol açar; örneğin tarımla uğraşan bir köydeki üç yüz aile, bir yılda bir kez değil, yirmi kez pazarlara gönderilir.

 

Köylü pazaryerinde ve tavernalarda oyalanmaktan hoşlanır; bir kile fasulyeden başka bir şeyi olmasa da tüm gününü şehirde geçirir.

 

Ve üç yüz aile için bu, ulaşım masrafı hariç, ortalama altı bin işgünü kaybı demektir.

 

Bu da bin beş yüz kişilik bir falanksın aynı iş için yaptığı masraftan yirmi kat daha fazladır...

 

Az önce aktardığım tasarruf örneklerinin hepsi zaten bilinen faaliyetlerle veya hizmetlerle ilgilidir; daha pek çok faaliyet veya hizmet devreye sokabilir, sonra da vazgeçebiliriz; ben bunları, pozitif olan öncekilerin aksine, negatif tasarruflar ya da hizmetten taviz vermeden çalışmayı azaltmak olarak adlandırıyorum.

 

Vazgeçilebilir nitelikte bazı hizmetleri ya da ortaklığın negatif kazançlarını tanımlayalım: Bunlardan biri büyük masraf gerektirdiği düşünülen hırsızlığa karşı tedbirdir.

 

Hırsızlık tehlikesi, bir köydeki üç yüz aileyi ya da en azından yüz aileyi duvarlar, engeller, kilitler, sınır işaretleri, köpekler, hendekler, gündüz ve gece bekçileri vb. verimsiz korunma masrafı yapmak zorunda bırakmaktadır.

 

Bu yararsız ve pahalı araçlar, hırsızlığı ortadan kaldıran ama hırsızlık tehlikesine karşı önlem alan ortaklıkta söz konusu olmayacaktır…

 

Birliğin sahip olduğu koşullarda, para hariç, çalınan eşyalardan hırsızların kazanç elde etmesi mümkün olmayacaktır.

 

Konfor içinde yaşayan ve onur duygusu aşılanmış olan bir halk, hırsızlık yapmayı aklından bile geçirmez.

 

Meyve hırsızlığına tabiatları gereği mütemayil olan çocukların bile, asosyatif devlet içinde, tek bir elma çalmadıkları görülecektir.

 

Hırsızlığın yol açtığı zararı meyve olayından hareketle analiz edelim: Kalabalık şehirlerdeki marketlerin olgunlaşmamış, sağlıksız, özellikle de çekirdekli meyvelerle dolu olduğu herkesin malumudur.

 

Köylüler meyveleri zamanından evvel topladıkları için bu bitkisel cinayetten sorumlu tutularak kınanınca, “eğer olgunlaşmalarını beklesek çalınırlar,’ diye cevap verirler.

 

Bu tür hırsızlıkların, kamu düzenlemesi çerçevesinde, bağbozumunda yapılan tam ve anında toplama uygulamasıyla toplanan üzümlerden elde edilen şarapların kalitesine halel getirdiğini yukarıda gösterdik.

 

 Hırsızlık, benzer biçimde, diğer meyvelerin zamanından önce toplanarak bozulmasına da yol açar.

 

Yeşil, olgun ve geçkin meyvelerin birbirine karışmasını önlemek için uygun zamanda ve üç aşamalı toplama yapılmadığından meyveleri zarardan korumak zor, hatta imkânsızdır.

 

İyi meyve yetiştiricilerinin ve bilimsel metotların olmaması, zarardan korunabilmiş meyve miktarının yirmide bire düşmesine ve dolayısıyla, genel olarak ziraatta, aynı oranda azalmaya yol açar...

 

Fourier, mevcut kapitalist düzenin şartları altındaki emek ile onun ütopik falanksındaki emek arasındaki belirgin farklılığa dikkat çeker.

 

Medeni mekanizma2 içinde her yerde bileşik mutluluk yerine, bileşik mutsuzluk var.

 

Bu durumu işgücü yönünden değerlendirelim.

 

Kutsal kitap der ki, bu bir cezalandırmadır; Âdem ve evlatları ekmeklerini alın teriyle kazanmakla yükümlüdür.

 

Bu zaten başlıbaşına bir dert; ancak bir lokma ekmek için emek verme şansımız bile yok!

 

Emekçi yaşamak için muhtaç olduğu işten yoksun olarak, boş yere mihnet ediyor!

 

Bazen kendisi için değil, işvereni için çalışıyor veya hiç bilmediği işler yapmak zorunda kalıyor.

 

Medeni işçinin üçüncü derdi, işvereninin ağır iş koşulları nedeniyle hastalanması.

 

Beşinci derdi, iğrenç bir işte çalıştığı için ihtiyaçlarını karşılayamıyor olması nedeniyle küçümsenmesi ve kendisine bir dilenci gibi davranılmasıdır.

 

Altıncı ve son derdi, aldığı ücret yeterli olmadığı gibi, ücret artışı umudunun da olmaması, dolayısıyla, mevcut sıkıntısına ilaveten gelecek derdine düşmesidir.

 

Buna rağmen çalışmak, aslında tembelliği seçmekte tamamen özgür olan kunduzlar, bal arıları, yaban arıları, karıncalar gibi çeşitli yaratıkları mutlu eder ama Tanrı onlara onları çalışmaya iten ve mutluluğu çalışmakta bulmalarına yol açan bir sosyal mekanizma bahşetmiştir.

 

 Neden bize de böyle bir lütufta bulunmamıştır?

 

Bu hayvanların üretim ortamıyla bizimki ne kadar da farklıdır!

 

Bir Rus, bir Cezayirli kamçı ya da falakadan korktuğu için; bir İngiliz, bir Fransız ev halkını tehdit eden kıtlıktan korktuğu için; özgürlükleriyle övülen Yunanlılar ve Romalılar ise, kolonilerdeki siyahiler gibi, birer köle olarak korkudan çalışmışlardır.

 

Birlikteki çalışma düzeni, mevcut iğrenç ve itici çalışma şartlarından her bakıma farklı olmalı ve çalışmayı cazip hale getirmelidir.

 

Bunun sağlanabilmesi için şu yedi şart yerine getirilmelidir:

 

1.   Her işçi, emeğinin karşılığı ücretle değil, kâr payıyla ödenen bir iş ortağı olmalıdır.

 

2.   Her erkek, kadın ya da çocuk, üç unsurla, sermaye, emek ve yetenek ile orantılı olarak hakkını alır.

 

3.   Tarım ya da imalat işlerinde (bir defada) bir buçuk ila iki saatten daha uzun süre çalışmak imkânsız olduğundan, çalışma aralıkları günde sekiz kez olarak belirlenmelidir.

 

4.   İşler, kendiliğinden bir araya gelen ve birbiriyle dostça rekabet eden ekiplerce yürütülmelidir.

 

5.   Atölyeler ve çiftlikler, işçilere zarafet ve temizliğin albenisini sunacak şekilde düzenlenmelidir.

 

6.   İşbölümü, cinsiyet ve yaş titizlikle dikkate alınarak, işçilerin kendilerini işe adayabilmelerini mümkün kılacak şekilde yapılmalıdır.

 

7.   Bu iş bölümü, dürüst ve yetenekli olduğunu kanıtlayan her erkek, kadın ve çocuğun istediği iş dalında çalışma hakkını kullanmasına izin verebilmelidir.

 

Sonuç olarak, bu yeni düzende insanlar esenliğin, bugün ve gelecek için asgari yeterin garantisine sahip olur, tedirginlikten kurtulurlar.

 

Keşfettiğim ortaklık mekanizmasının tüm bu özellikleri haiz olduğunu ilan ederim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜTOPYALAR - 1

  ÜTOPYA VE GERÇEKLİK   Sosyalizm on dokuzuncu yüzyıl Avrupa’sının üzerine bir ütopya olarak çökmüştür. Bu ifade, kesinlikle şu iki t...