ŞEYH BEDREDDİN – 1
Şeyh
Bedreddin, kendi çağdaşları sayılabilecek olan İslâm medeniyetinin
Aristotales’i İbnî Haldun (1332-1406) dan da, Batı dünyasında Wicleften sonra
ilk din reformcusu Çek papazı Jean Huss’ten de önemli kişidir.
Gerçi
İbnî Haldun : Aksak Timur gibi uykuda gezer “Cihangir”lere metelik vermeyecek
değerde moral taşır.
Aynı metelik vermeyişi Şeyh’te de buluruz.
İbnî
Haldun toplum ve tarih kanunlarını Marks-Engels’lere müjdeci olurca izlemiştir.
Bu
dahiyane buluşları, yâşadığı büyük pratik olaylardan sezmiştir.
Ama,
bulduğu prensipleri, içinde yaşadığı tarihsel ve sosyal şartlar yüzünden,
pratiğe uygulamayı düşünememiştir.
Şeyh
Bedrettin, teori ile pratiği en canlı, en insancıl yükseklikte sosyal sentezine
ulaştırmıştır.
Jean
Huss (1369-1415) yalnız hristiyanlar için İsa dininde reformu öngörmekle
yetindi.
Şeyh;
müslüman, hristiyan, yahudi ayırımı yapmadı, bütün din ve ulus sınırlarının
izafiliğini göstererek, her türlü insan ayrılıklarını “İptâl” etti.
Tümüyle
insanlığı yücelten bir kurtarıcı Humanitarisme yarattı.
Batı’da
ünlü “Reform” hareketi : Zengin papazların mülklerini müsadere etmekle kaldı.
Bunun
sonucu Almanya’da büyük derebeyilerin, Fransa ve İngiltere’de işveren
burjuvaların ekmeklerine yağ sürdü.
Şeyh;
öyle dar bencil sınıf ve sınır çerçevelerinden üstün uluslararası sosyalizmin
gözünü budaktan esirgemez ülkücüsü idi.
Hüss kancıkca yakıldı, Şeyh kancıkça asıldı.
Hüss’çü
hareket, kendisi öldükten sonra başladı.
Şeyh
onlarca yıl hazırlanmış Anadolu ve Rumeli hareketinin başına geçti.
Hüss
antika bezirgânlığın yerine modern bezirgânlığı tutmuş oldu.
Şeyh
her bezirgân çıkarcılığına karşıydı.
İnsanın
kişiliğini yaratan en yakın gelenekleri, “soy”unun başından geçenlerdir.
Simavnalı
Şeyh Bedrettin Mahmut Rûmî, çok ilgi çekici soydan gelir.
Ona
rağmen Osmanlı tarihçileri, Şeyhin adını unutturamadıkları zaman bile, hiç
değilse soyunu anmamaya aşırıca uğraşmışlardır.
Cumhuriyetin
doğuş günlerinde Şeyhin üzerine eğilen ilk (1925) ve 32 yıl için son bilgin
“Darülfünun İlâhiyat Fakültesi Tarih’i Kelâm müderrisi” sayın M. Şerafettin
oldu.
“Simavna
kadısı oğlu Şeyh Sedrettin” adlı eserınde Şeyhin yalnız İsrail adlı bâbasını
anar.
Elimizdeki
“Menakıb”i bilmediği için,.
Şeyh
üzerine yürüttüğü tek tük düşünceleri gibi Şeyhin derin soyu da askıda kalır.
Mehmet
Süreyya bey :“Ecdadı Selçuk Devleti vezirlerinden idi.” der.
Şemsettin
Sami bey : “Şeyh aslında Selçuk hükümdarları neslinden olup” kaydını düşürür.
Belgratlı Muhtesip zâde Hâki : “Ecdadı Selçuk
Sülâlesinden Alâettin’in kardeşi oğluna vezir dahi olup yollu yanlış bir
tercüme yapar.
Tercümenin aslını Arapça yazmış olan Taşköprü
zâde ise şunu söyler : “Söylendiğine göre dedeleri Selçuk oğullarının veziri ve
kendisi Sultan Alâittin Selçukinin biraderi oğlu idi.”
Böylece,
Osmanlı tarihçilerinin Şeyh soyu üzerinde niçin susuş konspirasyonu yaptıkları
çıtlatılmış olur.
Osmanlı
padişahlığına karşı en modern anlamda halk devrimi uğruna ayaklanmış adamın – o
zaman için pek önemli sayılan – bir hükümdar soyundan geldiği açıklanamazdı.
Cumhuriyetin
34 üncü yılı, candan savunduğu Şeyhin hayatını ve Şâheseri “Vâridât”ı temiz
üslûbuyla veren sayın Bezmi Nusret Kaygusuz, basılı biçiminde ilk
defa”Menâkız”ı ele almış olur .
Ona
göre, Hayrullah Efendi Tarihinde, Şeyhle akraba olan Selçuk Sultanı Ferâmürz
oğlu III üncü Alaeddin’dir.
Tarih’i
âl’i Osman da : Osman Gazi Karahisarı alırken, Sultan Alâeddin, kardeşi oğlu
Aktimur eliyle Osman’a malzeme, veziri Abdül’ Aziz eliyle de bağımsızlık
buyrultusu ve Mısır hükümdarından Akbayrak, “tuğ ve âlem” göndermiştir.
İşte
bu, Osmanlı Devleti’ne bağımsızlık buyrultusu getiren Abdül’ Aziz Şeyh
Bedrettin’in öz dedesidir.
İslâm
medeniyetinin o kargaşalı “Ulusların Göçü” ve derebeyileşmeleri çağında en
büyük derebeyi Cengiz Sülâlesinden Mahmut Gazân han idi.
Moğol
imparatoru, “böl ve güt” prensibine göre, buyurduğu Rum Selçuk ülkesinde III
üncü Alâeddin Keykubâdı Konyâ’ya, Amcası Mes’udu Doğu Anadolu’ya tâyin etmişti.
Türk
beylerinden Baltu, Mesud’u tek şah yapmak kaygusuyla Alâeddin’e karşı
ayaklanınca, Gazân, emrindeki Kutlup Şahı gönderip Mesud’u esir ettirdi.
Bu yol Türk beyleri Alâeddin’i bağımsız
hükümdar ilân ettiler.
Anadolu’da bu altüstlükleri kışkırtan Mısır
hükümdarı Melik Nâsır’ın üzerine yürüyen Gazân Şam’da bozuldu.
Halep’ten
Anadolu’ya geçti.
Oradan
Alaeddin’i aldı.
İsfahan’a
götürerek idam etti.
Alâeddin’in
oğlu Gıyasüddin’i de boğdurttu.
Böylece
artık Selçuk saltanatının gölgesi bile silinmişti.
O
zaman Anadolu’da başıboş kalan iki derebeylik bağımsızlaştı.
Onlardan
birisi: Serhad üzerindeki Söğüt beyi Osman Gazi idi.
Anlaşılan,
Şeyh’in dedesi Abdülaziz, kardeşi Alaeddin trajedisinden sonra, vaktiyle
bağımsızlık buyrultusu götürdüğü Osman Gazi’nin yanına gelmiş ve sayılan bir gazi
olarak Bizansa karşı kutsal savaşa girişmiştir.
1937
yılı, “İnkılâb Müzesi”ndeki elyazmasından işlediğimiz “Menâkız” : Henüz küçük
bir ilçe beylikceğizi olan Osmanlılığın bütün şaşırtıcı atılganlıklarında
Şeyhin dedesi Abdülaziz’in oynadığı öncülüğü alçak gönüllüce destanlaştırarak
söze başlar.
Yazarı
Molla Halil, Şeyh Bedreddin’in torunudur.
Tarihi
Fâtih Mehmet günlerine varan manzum elyazmasının adı: “Hâzâ Menakıb’ı Şeyh,
Bedreddin hin Kaadi İsrail”dir.
Şeyhin Doğuşu
1935
yılına gelinceye dek, Şeyh Bedrettin ‘in gerek dedeleri, gerekse doğduğu yer ve
tarih üzerine açık hiçbir şey bilinmiyor gibiydi.
O yıl
“İnkılâp Müzesi”nde Şeyhin torunu hafız Molla Halil’in manzum elyazma
“MENAKIB”ı ansızın elimize geçti.
(1)
Orada
olduğu gibi anlatılan Şeyhin kendisi kadar soyu da çok ilgi çekiciydi.
Osmanlıların
doğuşunda, Rumeli’ye geçişinde İslâm öncüsü olarak büyük Haçlılar seferini
bozuşunda, Şeyh’in soyu olağanüstü önemli, öncü rolünü oynamıştı.
(2)
Bu
rol aydınlanmadıkça, Osmanlılığın pek çok sırları karanlıkta kalırdı.
1939
yılı, Menâkıp esas tutularak Şeyhin hayatı yeni baştan yazıldı: Bu kitap, 27
yıl önce yazılmıştı, yalnız dilini az düzeltip temize çekerek yayınlıyoruz.
Kişi
olarak Şeyhin soyu ve oluşu üç ayrımda toplandı :
1- Şeyhin dedesinin
dedeleri;
2-
Şeyhin
yakın akrabaları;
3- Şeyhin dünyaya gelişi.
Şeyhin Dedesinin
Dedeleri
“Simavna
Kadısı İsrâil’in oğlu” diye ün alan Şeylı Bedrettin Mahmut Rûmî üzerine, l939
yılına dek, Cumhuriyet Türkiyesi’nde Türkçe bir tek bilim eseri yayınlanmıştı.
Onda
Şeyhin yalnız İsrail adlı babasından konu açılır.
Kimi
“Terâcüm” yazarları Şeyhin dedesinin Abdülaziz olduğunu bildiriyorlardı.
Abdülaziz’in
kim olduğu, ne yaptığı bilinmezdi.
Değerli
düşünürümüz Bay Bezmi Nusret Kaygusuz Menâkıp’tan yararlandığı eserini yaymakta
bizden çevik davrandı.
Himmeti
var olsun: Kendi açısından ve “Vâridât” tercümesiyle daha derinleşmiş olan
eserinde Şeyhin açık şeceresini koydu.
Ona göre : “Mevzuât’i Ülûm” da Şeyh, Selçuk
Sultanı Alâeddinin kardeşi oğlu, dedeleri Selçuk vezirleridir : “Tâc’üt
Tevârih” te Şeyhin büyük dedesi Sultan Alâeddinin yakın akrabası ve
vezirlerindendir.
“Kısası
Enbiya” da Şeyh, “Alâeddin’in amcası oğludur: “Şakaayık’ı Nûmâniye” ve “Lûgat’ı
Tarihiyye ve Coğrafiyye”de Bedreddin, Sultan Alâeddin’in öz yeğenidir.
“Hayrullah
Efendi” Tarihi ile “Vâridât” önsözünde, Şeyh Feramürz oğlu III Alâeddin oğlu
Abdülaziz oğlu İsrail’in oğludur.
Bay
Kaygusuz : “Bedreddin’in dedesi Abdülaziz, kardeşi III.Alâeddin Keykubâd’ın
vezirliğinde bulunmuştur.” der.
Abdülaziz’in
atalarıyla uğraşmaz.
Özetlemeye
önem vermiştir.
Oysa
Menâkıb Şeyhin en canlı trajedisini verdiği gibi Abdülaziz’in dedeleri üzerine
de açıklama yapar : “Ceddi ânın Bağdat ilinde, ey said “Oldu Cengiz hân elinde
Şehid” der.
Cengiz
621 yıllarında Batı’ya döndüğü vakit Bağdat Halifesiyle müttefikti.
Yalnız
Moğol tüccarlarını öldüren Hvarzim şahı Alâeddin’den öc almak üzere:
Maverâünnehr, Hvarzim, Horasan, Kafkas ülkelerini hallaç pamuğuna çevirdi.
Ama, Bağdat’a inmedi.
Molla
Halil’in durup dururken yalan söylemeyeceğine, belki tarih yanlışı yapmış
olacağına göre : Abdülaziz’in dedesi Bağdat ‘a ne vakit gelmiştir ?
Orada
niçin öldürülmüştür ?
Herkesten
daha yetkili olarak Menâkıb şunu anlatır : Nesi idi Sultan Alâiddine bil… Şüphe
yoktur bu söze ey zinde dil
“Şâh Alâeddin nesliydi özü…”
Bu
şah Selçuklardan hangi Alâeddin idi?
Şeyhin
ataları onunla nasıl kuşaklanıyordu?
Al’i
Selçûkilere neslen vezir “Hem çü Al’i Bermeki Abbas mir.” deniliyor.
Cengiz
Kâşgarı 1219 yılı, Semerkand’ı 1220 yılı ele geçirmiştı.
O
sıralar (G. 617, İS : 1220) Rum (Anadolu) Selçuk Sultanı Alâeddin Keykubad
İbn’î Gıyasüddin Keyhusrev (ölümü : 635, Kaamûs âlâma göre 636, İs.1237) idi:
Bu kişi Cengiz’le birlikte Hvarzim şahı Mehmed Alâeddin’e saldırmıştı.
Menâkıb, hangi Selçukluları konu ettiğini
belirtmiyorsa da, Rum Selçuklularını anlattığı besbellidir.
Alâeddin
adını taşıyan üç Selçuk Hânı yalnız Rum (Anadolu) ülkesinde saltanat sürdü.
Bu
Selçuklu Hânların dölünden gelen Şeyhin ataları, o hânedana soyca “Neslen”
vezir olmakta, tıpkı “Bermek” oğullarının Abbâsilere soyca vezir oluşlarına
benzermiş.
Bir mecûsi ateşgede hizmetçisi olan Bermek
acem bezirgân muhalefeti üzerine barbar kollektif aksiyon geleneğini temsil
eden Horasanlı Ebâ Müslim ile birlikte Irak’ta küçük bir tarihsel devrim yapıp
“Abbâsiye” halifeliğini kuranlardandı.
Bermek
oğulları 750 ilâ 788 (G. 132 ilâ 171) yıllarında, sıra ile babadan oğula geçmek
üzere, 40 yıl Abbâsiler ister istemez “neslen vezir” olmuşlardı.
Bu
kadar ayrıntılı anlatılan bir olay uydurma olamaz.
Öyleyse
işin aslı nedir ?
Şeyhin Dedesinin Dedesi
Bağdat’ta
Şeyhin
dedesinin dedesi Moğol saldırıları sırasında Bağdat’a niçin gitmiş ?
Menâkıba
göre : Emmisi şah olduğu vakte anın
“Kaçup Abbâsilere gitmişti anın.”
Eski Türkler’de, Babahânlı göçebe geleneğince, Hân’ın büyük oğlu, veziri “Beşe”
veya Paşa’sı olurdu.
Abdülâziz’in
dedesi, anlaşılan Selçuk Şahının hem büyük oğlu, hem veziri imiş.
Hangi
Şâhın ? Söylenmiyor.
Selçuk Şah ölünce yerine büyük oğlu
geçmeliydi.
Burada,
çocuğun amcası açıkgöz davranıp tahta konmuş olacak: O zaman, baba mirası
Şahlıktan yoksun kalan büyük oğlu, yâni Abdülâziz’in dedesi Bağdat’a kaçmış
bulunabilir.
Menâkıb’ın
anlattığı böyle yorumlanabilir.
Bu
yoruma hak verdiren başka olaylar da eksik değil.
İlkin,
Menâkıb dahi Şah Alaeddin’le soydaş olan Bedreddindir, diyor.
Cengiz
ile, işbirliği yapan Alâeddin birincisidir.
Abdülâziz’in
dedesinin Bağdat’a kaçışı besbelli çok sonlara gelir.
Cengiz
hengâmesinden yüzyıl önce İran Selçukları devletinde Hasan Sabbab’ın “Haşisi
Partisi”, Rum Selçukları devletinde “İsmâilî” Partisi gibi tanrısız devrim
örgütleri türemişti.
Demek
her iki Selçuk düzeni çıkmaz çağın kapısını çalıyorlardı.
Halk içinde yaman etkiler yapan devrimci partiler
kimi saray ve hanedan üyeleri arasında bile hoşnutsuz taraftarlar bulmuşlardı.
İlkel
sosyalizm geleneklerini büsbütün yitirmemiş bulunan hanedan üyeleri halktan
yana, saray entrikalarına kapılanlar halk düşmanlığına dönünce, arada ister
istemez çekişme ve çarpışmalar baş gösterdi.
Çarpışmalardan
halkın kendisine pek bir rahmet yağmazdı.
Kimi
Bizans İmparatorları, kimi onların karşı kutbu olan Bağdat halifeleri, entrika
çevirip yararlanmaya çalıştılar.”
Böylece,
birbirinden çıkma üç kördüğüm ilmeklendi :
1- İç
kargaşalıklar,
2- Hanedan kavgaları,
3-
Dış karıştırma ve karıştırmalar.
Bu
şartlar ortasında Bağdat’a kaçış olayı kendiliğınden anlaşılır.
Abdülâziz’in
dedesi Bağdat’a kaçarken, Selçuk Sarayında ve ülkesinde besbelli kargaşalıktan
geçilmiyordu: Ancak bu kaçış hangi zamanda olmuş olabilir ?
İlkin,
Abdülâziz’in dedesi Cengiz zamanı Bağdat’a kaçmış olması gerektir.
Menâkıb’ın verdiği başka konkret olaylar o
tarihle bağdaşamaz: Alim etti Mu’tesim – billâh ani
“Şeyhülislâm
eylemişti ey ganî” deniyor.
Bağdata
gidip, Şehülislâmlık derecesine dek bilgini yetişmek için, önce kaçanın öğrenim
çağında bir genç olması gerekir.
Amcası
zoruyla tahtı elinden alınmış gencin durumu buna uygundur.
Sonra,
aynı gencin, en az yirmi otuz yıl bilim alanında seçkinleşmesi gerekir, ki
Şeyhülislâmlığa çıkabilsin.
Şeyhülislâmın
Bağdat Fethi’nde trajediye uğradığı, Bağdat’ın Moğollarca ele geçirilmesi ise
1258 yılına düştüğü düşünülsün.
O
tarihten 23 yıl öncesi 1215 yılı gerçekten Rum Selçukları sarayında bir başka
trajedi oynanır.
Bizans
adamı Gıyasüddin Keyhusrev, savaş sırasında öldürülünce, tahta geçen İzzeddin
Keykâvus, hem amcasını, hem küçük kardeşini boğdurup kumandanlarını yaktırır!
Abdülâzızin
dedesi (Şeyh Bedreddin’in dedesinin dedesi) her kim olursa olsun, Bizans yanlı
olan o Sultan İzzeddin şerrinden yakasını kurtarıp, amcası elinden İslâm
halifeliğine sığınabilir.
Her
zaman ve her yerde “Ruhani” rol görünmez eliyle kaçanı kendine bağlar.
Batı Ortaçağında barbar kralları dama taşı
gibi kullanan Papalıktır; Doğu Ortaçağında, komşu devlet saraylarına parmağını
sokan İslâm papalığı Abbasî Halifeliği, kendisine sığınan genci, bir gün yeri
gelince kullanmak üzere yetiştirip, zekâsına göre en yüce bilginliğe çıkarmış
olabilir.
Menâkıbin
sözleri birbirini tutar.
Şeyhin Dedesinin Dedesi
Nasıl Öldürüldü?
Menâkıb,
Abdülazizin dedesi için “Cengiz Han İLİNDE şehit oldu” diyor; Cengiz zamanında
demiyor.
Sözünün anlamını aşağıda biraz daha açıyor.
Öldürülme sebebi, tam Şeyh Bedrettin’in şânına
uygun bır ülkü ve düşünce yiğitliğidir : “Nâsır î Tûsiye oldem arbede
“Eyliyen ol idi muhkem, ey dede
“İbn’î Hâcib’le ikisi, ey hümâm
“Idicek ilzâm ani beynel enâm
“Kaakıyıp ibn’î Hülâgûy’i lâiyn
“Itti anları Şehid anda hemiyn.”
Burada anılan adlar, elyazmalarında çok görüldüğü gibi, Arapça harflerin kötü
imlâ yanlışına kurban gitmiş görünüyorlar.
Bedreddin’in
babası “İsrail” iken, Câmiülfusûleyn ile Brockelmann’da “İsmail” olmuştu…
Yanlışları
ayıklamalıyız.
Bir
yol, anılan Abbas Halifesi Mu’tasanı olamaz : Müsta’sim olacak.
Bağdat Moğollar eline geçtiği gün, Abbasi
halifesi Mürtâ’sim- billâh idi.
Ondan
sonra, Abdülaziz’in dedesiyle “Arbede” (kapışma) yapan kişi de Nâsır Tûsi
olamaz.
Besbelli
ünlü bilgin Nâsivrüddin’i Tûsi ile acem folklorcu ozanı Nâsır Tûsi birbirine
karıştırılıyor.
Hattâ,
İbn’î Hacib’in birlikte öldürülmüş olduğu bile epey şüphelidir.
Abdülazizin
dedesiyle Nasivrüddin neden kapıştılar ?
Hülâgû
oğlu niçin kızdı ?
Bağdad’ın
Moğollarca ele geçirilmesi trajedisinde bütün tarihsel devrim trajedilerinde barbarların
çağırılışına benzer büyük tarihsel ihanetlerden biri yatar.
Halife
Müsta’sım : Şiilere eğginlik gösteriyordu.
Bir
Şiî olan Müeyvedüd-din İbn’î Alkami’yi kendisine vezir yapmıştı.
Bu
vezir ile, gene Müstâ’sımın yakınlarından ve çağın bilgini sayılan Nasivrüddin
Tûsi gizlice birleştiler.
Cengiz
oğullarından Hülâgû Hânı, gelerek Bağdat’ı alması için çağırdılar.
Herşeyden
habersiz Halife, Bağdat dışında Moğollara yenilince, dönüp kaleye kapandı.
Kuşkulanmadığı
veziri İbn’î Alkami ile Nasivrüddin Tûsi, Halifelere, görünüşte haklı bir
teklif yaptılar.
Kaleden dışarıya çıkıp Hülâgû karşılanır ise,
vaktiyle Selçuk, oğlu Tuğrul Bey için Doğu’da, Atillâ’ya karşı Papaca Batı’da
yapıldığı gibi, kan dökülmeden gelenler elde edilmiş olacaktı.
Halife,
kurulan tuzağa düştü : “Devlet adamlarını ve kent ileri gelenlerini yanına
alıp, mağrur Hânı karşılamaya çıkan Halife, bütün maiyyetiyle Tatarlar
tarafından öldürüldü.”.
Menâkıb’ın
anlattığı olay budur.
Şeyh
Bedrettin’in dedesinin dedesi de iki yüzlülüğe dayanamamıştı.
Belki
İbn’î Hâcib’le birlikte dönek Şü Nasivrüddin Tûsi’yi Hanefilik veya Mâlikilik
adına “ilzam” (hapt) etmişler.
Buna
içerleyen Hülâgû oğlu da, safi düşmanlarını kılıçtan geçirtmişti.
“Meyyitini
ehl’i sünnet aldılar
“Ebu Hanife iline kaldırdılar
“İkisinden gayri hem, ey din eri
“Vardı bin mikdar âlim, key çeri
“Cümlesi maktû oluptur bigünah
“Oldular fenâ fülâtünde tebah”
Binlerce bilgin ve asker ölüsü arasından, İbn’î Hâcib sağ kalmış olabilir.
Fetret Ve Konya’ya
Dönüş
Menâkıb
bir şey daha söylüyor :
“Fetret oldu ol arada ki, azim
“Cümle Rum’a nâzil oldular zebim”
“Fetret” : Antika tarihte patlak veren her tarihsel devrimden sonraki devletsiz
anarşi zamanlarına denir.
Bu
hangi fetretti ?
Uzak
Doğunun Çin ve Hint medeniyetleriyle Yakın Doğunun Irak, Mısır ve Akdeniz
medeniyetleri arasında en istikrarlı geçit İran yaylâsıdır.
Çin
ve Hintten kalkacak kervan, Akdeniz kıyılarına inmek için, İran yaylâsından
aşıp gelirdi.
Bu
tarihsel karayolunun en işlek kuzey kestirmeleri üstünde Horasan ve Hvarzim
ülkeleri gelişmişti.
İslâmlıktan az önce, bitmez tükenmez Bizans –
Acem savaşlarıyla tıkanmıştı.
O zaman, Umman denizi üzerinden güney yolunu
deneyen İslâmlık sahneyi tuttu.
Tarihsel
orta karayolunu açar açmaz, iç zıtlıklarla parçalandı.
Bir
sürü “Tavâlfülmülûk” bin başlı müslüman derebeylikleri orta yolu gene tıkadı.
Bu
sefer, Orta Asya yollarının eski bekçileri ve kervancıları işe el koymak
zorunda kaldılar.
Cengiz
ve oğulları, Takakifül-mülûk devletçikleriyle yaptıkları ticaret andlaşmalarının
para etmediğini görünce kılıca sarıldılar.
Daha doğrusu gerek Çin, gerekse İslâm
medeniyetlerince el altından saldırmâya kışkırtıldılar.
Cengiz, Hvarzime karşı Bağdât Halifeliği ile
Rum Selçukluları tarafından çağırılır.
Hülâgû,
bizzat Bağdat Halifesinin vezirleri tarafından çağırıldı.
Orta
Barbarlığın tâze vurucu gücü, büyük Orta kervan yolunu kanla, demirle açtı.
Zengin
ticaret ve İslâmlık merkezleri : Buhara, Semerkand, Belli, Merv, Hcerat
kentleri yakılıp yıkıldı.
Çevrelerde ilişen yığınla kabile ve aşiretler,
Batıya doğru ürkütüldüler.
Cengiz zamanı 17 yıl süren Fetret çağında
göçmen kuşlar gibi bilgin katarları akıntıyla Batıya sürüklendiler.
Mevlânâ
Celâleddin Rumî’nin babası Buharalı Emir Sultan, Şemseddin Tebrizi, Sadreddin
Konevî, Burkhaneddin Mehmet Tebrizi, Ermiyeli Hüssameddin, Şehabeddin
Süherversi, İdrisi, Cenâbî bunlardandı.
Anlaşılan,
Abdülazizin babası da, bilgin katliâmı yapan Hülâgû oğullarından, aynı
mekanizma ile yakayı kurtarınca yeniden Batıya kaçıp Konya’ya sığınmıştır.
Ve
Abdülâziz : “Geldi Konya’da vücuda kendüzi
“Salı Alâeddin nesliydi özi”
Bir
nokta kalıyor : Âbdülâzizin dedesi Konya’dan kaçmışken, şimdi babası Konyaya
dönebilir miydi ?
Aradan
yüz yıl geçmiş, kendisinden kaçılan İzzeddin Keykâvus çoktan ölmüştü.
İzzeddin’in
torunu II. Gıyasüddin’le birlikte Rum Selçuklar Moğol oyuncağı olmuşlardı.
II. İzzeddin Mısır’la andlaştığı için
azledildi.
Kırım’da
öldü.
Üç
oğlundan Mesud’u Abaka kovar, Mahmut Gazân, Doğuya hükümdar yapar.
II. İzzeddin’in üçüncü oğlu Feramürz’ün de üç
oğlu vardır.
Konya hükümdan II. Alâeddin, Şeyhin dedesi
Abdülâziz ve Abdülmümin.
Bu
kısa geçmiş Şeyhin alınyazısı olmuştur :
1-FETRET
: Şeyhin soyunu yeriden oynatıyor.
Dört
kuşak yukarıdaki dede Cengiz akını sonuçlarıyla öldürülüyor.
Aynı
Uzak ve Yakın Doğular arası kervan yolunu, aynı ticaret amacıyla aynı Tatarlar
13. yüzyıl başında Cengiz,14. yüzyıl sonunda Timur adı altında açıyorlar.
Bu
“Aziym Fetret” in ikincisinde Şeyh Timur “Afet”ini gözüyle görmek için Tebrize
dek koşacaktır.
2 - Devrimcilik
: Şeyhin atalarını ve halkçı geleneği Selçuklularda kazıyan İzzeddin
Keykâvus’un Sivas’taki mezarına şöyle yazılmıştır.
“Saltanat tahtından mezar evine indi.
Hazineleri,
gücü kalmadı.
Gezisini
yaşayışiyle birlikte bitirdi.
İşte
her şey böyle zevâl bulur.”
Demek
Şeyhin soyu böyle kişilere karşı, halka yakındı.
Onun
için, o sarayları titreten yaman İslâmiyye devrimciliği, Şeyhin ruhunda
parlayacaktır.
3-
Ülkücülük;
Şeyhin ataları inançları yolunda ölmeyi bilmiş, büyük fikir şehidi olmanın
yüceliğine ermişlerdir.
Abdülâziz’in
dedesi : Medeniyetin biricik ölmez değeri bilim uğruna ilk büyük bayrağı
çekmiştir.
Şeyh
o bayrağı dedelerinin elinden alıp, dünya saltanatı peşinde insanları ezenlere
karşı çıkacaktır.
Osmanlılık
Ve Şeyhgil
Şeyhin
ataları, Rum Selçukluları sarayından uzaklaşınca, Bağdat’ta bir çeşit bilim
hânedanı kurmuş oldular.
Ancak, zamanın yaman kargaşalıkları ortasında
kılıç ve baş kesin rolü oynuyordu.
Her
sahici müslüman, bilimi kılıç gibi kullanmak zorundaydı: Göçebe geleneğinin
medeniyet ülkücülüğü kişileri ister istemez hem EVLİYA (Hâvâri, hem MÜCAHİD
(kutsal asker) demek olan GAZİ (Şövalye) yapıyordu.
Şeyhgil
de soyca yarı bilgin, yarı mücahit kesildiler.
Osmanlı
Kuruluşu Ve Şeyhgilin Gaazileri
Adil
oğlu Oruç’un yazdığı “Tevârih’i Al’i Osman’a göre,Osman henüz adsız binlerce
gaaziden biri iken, yeğeni Aktimur ile Selçuk Sultanı Alâeddinden (şeyhin
dedesinin kardeşinden) silâh yardımı alarak Karahisarı ele geçirdi.
Bunun
üzerine Alâeddin, veziri Abdülazizle (şeyhin dedesi ile) Osman Gazi’ye : “Mısır
hükûmdarlarından gelmiş Hz. Peygamberin ak sancağı ile tuğ ve alem ve değerli
başka hediyeler gönderdi.
Osman
Gazi: Gönder üzerindeki hilâli çıkartıp, büyük bir saygı ile otağı üzerine
koydurdu.”
Bay Kaygusuz : “Abdülaziz’in ve kimi
hısımlarının sonradan Osmanlılara geçmesi, mutlaka bu ilk tanışmanın
tesiriyledir
Demek Osman Gaazi’nin tarihe ilk girişi,
Şeyhgilin eliyle olmuştur.
Öyleyken, Şeyhgilin en ufak mevki hırsı
gözetmediler.
Din
düşmanı saydıkları hristiyanlığa karşı savaşmak onlara yetiyordu.
Saltanatın
ne olduğunu öğrenmişlerdi.
Batıya
karşı Osman oğullarına kavga yoldaşı olmaktan başka amaç akıllarına gelmedi.
Osmanlılığın
kuruluşu gibi, en cesur fetihlerinde de Şeyhgilin payı hiç bir tarihte
yazılmadık kertede büyük oldu.
Osmanlı
akıncısı olarak Çanakkale önüne geldikleri vakit, Şeyhin dedesi Abdülâziz yüz
yaşını aşkın bir pirdi.
Çoğu gaziler gibi hem derviş, hem kılıç
eriydi.
Önce
Mevlâna Celâleddin Rumi’nin has haremine emin oldu.
“Pire hizmete itmiş idi ol emir
“Şâhlar halinden olmuştu habir
“Hazret’i Mevlâna’ya ermişti ol
“Eşiğine nice yıl olmuştu kul.”
Mevlânâ ölünce, Hüsameddin Rumî Çelebi’nin “Şamda’nına mum” olmakla yetindi.
Saltanatı
dervişlikle seve seve değişmiş, fukaralıkla kendisini hiçe saymaktan daha
yücelik bulamamıştı: “İhtiyar etmiş idi fakr’ü fenâ-âna vird olmuş idi hamd’ü
senâ”.
Gazinin
anladığı “Fenâ : Yokolma” tekkede fodla öğütülüp, yasla da ölmek değildi.
Olumlu işler görüp, yaratırken yitmekti.
Hangi
gün “Gazâ kapısı açılsa” Abdülâziz “Fiy sebil’il -lâh” (Tanrı yolunda) elde
kılıç o kapıdan er meydanına ilk çıkan olurdu.
Savaşta
uğuru denenmişti.
Beyoğulları
(şehzadeler) Abdülâziz’siz kavgaya girmezlerdi.
Yiğitliği
yazılmakla tükenmezdi : “Önüne düşerler idi.
Gaaziler – Konsa dolardı oyalar, yazılar – Her
gazâda bile olsa idi ol-Cümleye nusratla hak açardı yol” yüzyılı aşan
tecrübesiyle hep ileriyi görürdü.
Her
dediğinin çıktığı denenmişti: “Bir sözü söylerdi ol günde ayân – Ertesi vaaki
olurdu ol heman”
Altay,
oymak öğütlerinden beri, Osmanlı yiğitlik geleneğinde: Üçler, Yediler, Kırklar
vardır.
Abdülâziz
tayfası YEDİLERdendi: “Yedi kimse idi bunlar, ey civan –Heft encümveş yere
taban olan.”
Yeryüzüne
ışık saçan bu yedi yıldızın başı Abdülazizden sonra, iki kardeşi gelir; biri
Abdulmumin.
Yürekli
çeridir; Abdülâzizin bilgin oğlu (Şeyhin babası) İsrail dir.
Genç
İsrail hem Şeriat hem Cenk yiğitiydi : “Buyruğunu tutardı Allahın tamam –
Hükm’ü Şer’a olmuş idi kalbi râm Dirler içli ana İsrail’i vakt – Cenge oldugu
içün Azrail’i vakt”.
Şeyhgilden
tarih denizinin yüzeyine çıkan beşinci baş :Abdülâziz’in kızkardeşi oğlu
Tülbentli İlyas’tır.
O
sıra, her çeri “börk” denilen keçekülâhı giyerken o ak sarığı ile tanınırdı: ”Kimse
tülbent giymez idi ol zaman – Doğru börkler giyer idi her civan – Ak amâme
sarıyor ol gördüler Lâkabın Dülbendli İlyas verdiler.”
En
sonra gelmekle birlikte, adlarını güçleriyle Osmanlı tarihine sokmuş olan
Şeyhgilin iki Türk şövalyesi: Hacı İlbeyi ile Gazi Ece’dir.
Bunlar
Abdülâziz’in kızkardeşi kızının oğullarıdırlar.
Babaları,
hiç de Selçuk hanedanından gelmiyordu Menâkıb’da yalan yok : “Lik, nesli Âl’i
Selçûki değil Gürgen tohumu dürerlerdi; öyle bil”.
Bu
gürgen tohumu çocukların atları vardı.
Kılıçları
hakkına “Nâmdâr ve küfre lâyık kimselerdi.”
Tarihte değme Osman oğullarıyla atbaşı birlik
ün bırakacaklardı.
Rumeliye
Geçiş
Osmanlının
Rumeliye geçişi, doğrudan doğruya Şeyhgil “Yediler” inin eseridir.
Bir gün “Beşe Süleyman ile bu yedi acar” deniz
kıyısında buluştular.
Nasıl
etsek te : “Rumeli İslâm ile bayındır olsa diye düşündüler.
O
gece “Şeyh Süleyman” bir rüyâ gördü: Bütün erler toplaşmışken, görünmez eller :
“Diktiler önüne bir kâfur mum
“Şûlesinde görünür aksây’i Rum
“Noş minâreler yapılmış ol zaman
“Okunur savt’ı bülend ile ezan.”.
Görüyoruz, Rumelinin fethi Osmanoğullarının rüyalarına Şeyhgil Yedilerinin
baskısıyla girmiştir.
O
altbilinç karanlığında enerji kazanan ülküyü, bomba gibi Osmanlı bilincine
çıkaranlar da gene Yedilerin başı olur.
“Beğe”liği,
sonradan “Paşa”lığa çevrilen Orhan Gazi oğlu Süleyman “Kâfur mumu ışığıyla tüm
Rum ilinde “Hoş minarelerden avaz avaz ezanlar okunur görüşünü yoldaşı Gaaziye
anlatır anlatmaz o : “Dedi bir fethe işarettir, tamam! – Himmet idinüz geçelüm
cümlemiz – Din uğruna yeğdür anda ölmemüz Yediler’in dinamizmi zincirinden
boşandı.
Abdülâziz’in
yorumu üzerine : Beşe Süleyman, Gazi Ece, Gazi İsrail, Gazi Abdülmümin, Hacı
İlbeği ve arkadaşları, gemi ile karşıya geçtiler.
Beşe
Süleyman : “Az zamanda çok etti fütûh – Sonra attan düşüp teslim etti ruh.”
Süleyman’ı
“Bolayırda kodular”.
Türbesini yapıp, ertesi gün sağ kalanlarla
gazâya çıktılar.
Her
davranış öylesine basitti.
İş
yapıldığı için, kişi tapıncı ile adam aldatmaya kimse kalkmıyordu.
Osmanlının
Rumeliye geçişinde Şeyhgil’in oynadığı önemli rolü, resmî tarih de gizleyemez.
Cihannümâ
daha çok ayrıntılar verir: Süleyman Beşe ilkin Ece Bey ve Gazi Fazıl’la
sözleşir.
Bu
adamlar Virancahisar denilen yerde Güğercinliğin aşağısından Çinihisar
yanlarına geçerler.
Orada
canlı bir esir yakalarlar.
Öldürmek şöyle dursun, esire “Hil’at”
giydirirler.
Gönlünü
alarak, Hisar’a girilecek yeri öğrenirler.
Onun
üzerine, 80 kişi toplanıp, sallarla karşıya atlarlar.
Hisar’ı
ele geçirirler.
Burada
ad ıgeçen Fâzıl bey Şeyhin amcası, Gazi Ece halasının torunudur.
ŞEYH
BEDREDDİN
Simavnalı
Şeyh Bedrettin, 1420 tarihinde doğmuştur.
Gerek
Türkiye Devrim tarihinin, gerekse bütün insanlığın Sosyal Devrim tarihinin en
ilgi çekici, en büyük kahramanlarından biridir.
Bu
büyük devrimcinin hayatı ve yaşadığı devrin olaylarına kısaca bir göz atacak
olursak şunları görürüz.
Şeyh
Bedrettin’in zamanına kadar medeniyetler dıştan gelen barbar akınlarıyla
-tarihsel devrimle- yıkılırlardı.
Aksak
Timur’un Yıldırım Beyazıt üzerine yaptığı akın tarihsel devrimlerin en
sonuncusuydu.
Şuursuz
medeniyet yıkılışları karşısında ilk sosyal devrimi yapmaya çalışan, Modern
çağın müjdecisi Bedrettin, düşünce ile davranışlarını birleştiren büyük bir
kişidir.
Düşüncelerini
“Varidat” ve “Teshil” isimli kitaplarında söylemiştir.
Şeyh
Bedrettin gençliğinde uzun seneler Mısır’da; fıkıh, kelâm… gibi zamanının
ilimlerini tahsil etmiştir.
O devirde halkın durumu yürekler acısıydı.
Osmanlı
Devleti, Padişah tarafından yönetilir; padişahın soyca yakınları olanlar;
sultan, han, hünkâr ve hünkâr beyleri vb. adlarla ülkenin verimli topraklarını
aralarında paylaşıp, topraksız köylüleri köle gibi çalıştırırlardı.
Bu
köylüler savaşlarda da asker olurlardı.
Buna
karşılık Şeyh Bedrettin ve müritleri; halkın arasına karışıyor, toprakların onu
işleyen, ona alın terini karıştıranların olduğunu, insanların kardeşliğıni
öğütlüyorlardı.
Şeyh
Bedrettin bir ortaçağ köylü sosyalizmini ortaya koymuştu.
Bu
konudaki görüşleriyle, kendinden iki asır sonra gelecek olan ütopik sosyalizmin
kurucusu Thomes Moore’dan daha ileri görüşlü ve gerçekçiydi.
Yıldırım
Beyazıt oğulları arasındaki taht kavgaları sonunda; Sultan Mehmet diğer
kardeşlerini yenerek tahta çıkmıştı.
İleri görüşlü bir kimse olan kardeşi Musa
Çelebi ise Şeyh Bedrettin’den yanaydı.
Sultan Mehmet; Musa Çelebiyi de yenerek Şeyh
Bedrettin’i İznik kasabasına sürgün gönderdi.
Şeyh
burada boş durmayıp; en sadık adamlarından Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal’i
halkı teşkilâtlandırmaları için Aydın ve Manisa dolaylarına yolladı…
Aydın’a,
oradan Karaburun dolaylarına giden Börklüce Mustafa, köylülerle ilişki kurdu ve
görüşlerini kabul ettirdi.
Bölgedeki
Hiristiyan halkla da dostluk kurdu.
Ve
bir kısım topraklardan ağa-bey takımını atarak, toprağı hep beraber işlemeye,
sosyal adaleti uygulamaya, kardeşçe yaşamaya başladılar.
Durumdan
endişelenen Sultan Mehmet, Saruhan (şimdiki Manisa) valisini üzerlerine
gönderdi.
Teşkilâtlanmış
köylüler Valinin kuvvetlerini Karaburun’un dar geçitlerinde tepelediler.
Bu
sırada Şeyh Bedrettin İznik’ten kaçarak Bulgaristan’ın Deliorman bölgesine
gitmişti.
Börklüce
Mustafa’nın çok güçlü olduğunu öğrenen Sultan Mehmet bu sefer de Sultan Murad’ı
büyük bir kuvvetle üzerlerine gönderdi.
Zaten
bunu bekleyen Börklüce kuvvetleri “düşman ordusuna on bin balta gibi daldı.”
Kahramanca
çarpıştılar.
8 bini öldü.
Diğerleri
esir edildiler.
Bu
olayı, devrimci şairimiz Nâzım Hikmet; “Şeyh Bedrettin Destanı” kitabında şöyle
destanlaştırır:
“Hep
bir ağızdan türkü söyleyip
hep beraber sulardan çekmek ağı,
demiri oya gibi işleyip hep beraber
hep beraber sürebilmek toprağı
ballı incirleri yiyebilmek hep beraber
yarin yanağından gayri her şeyde
her yerde
hep beraber
diyebilmek için
on binler verdi sekiz binini…”
Yenilen
bu devrimcileri, Ayasluğ şehrine götürüp boyunlarını vurdurdular.
Börklüce
Mustafa’yı da kollarından bir deveye bağlayarak çarmıha gerdiler.
Bir çok şehirlerde gezdirerek teşhir ettiler.
Manisa
dolaylarındaki Torlak Kemal’de aynı akıbete uğratıldı.
Bu
sırada Deliormanda Bedrettin’in etrafında bir çok halk toplanmıştı.
Teşkilâtlanmak
üzereydiler.
Bunun
duyan Sultan Mehmet adamlarından bazılarını Bedrettin’in yanına göndererek,
onun müritliğine geçmelerini söyledi.
Aslında
bunlar birer ajandı.
Ve
fırsatını kollayarak Bedrettin’i çadırında bastırıp bağladılar.
Serez
şehrindeki Sultan Mehmet’in yanına götürdüler.
Öldürülmesine fetva çıkartıp Serez çarşısında
bir ağaca astılar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder