İlkel Sosyalizmden Kapitalizme İlk Geçiş
Doğu ile Batı
arasındaki Tarihsel Gidiş yarışında, Roma, Batı ve Kuzey Avrupa’yı kaplayınca,
taşıyamayacağı yükün altına girmiş gibi oldu:
“Romen idaresi ve hukuku, her yanda ırk bağlarını ve onlarla birlikte
mahallî ve millî en son bağımsızlık kalıntısını eritmişti.
Roma Kentdaşının taptaze kalitesi bir taviz yerine geçmiyordu; o, hiç
bir milliyeti ifade etmek şöyle dursun, yalnız milliyet yokluğunu ifade
ediyordu.
Her yanda yeni millet elemanları vardı; Lâtin lehçesi çeşitli
eyaletlerde gittikçe birbirinden farklılaşıyordu; vaktiyle İtalya’yı, Galya’yı,
İspanya’yı, Afrika’yı bağımsız ülkeler haline getirmiş bulunan tabiî sınırlar
hâlâ olduğu gibi duruyordu ve kendini hissettiriyordu.
Ama hiç bir yerde bir gelişim kabiliyetinin, bir dayanış gücünün, hele
bir yaratıcı kudretin izine tozuna rastlanmıyordu.
Bu uçsuz bucaksız ülkenin koskoca insan yığınını birleşik tutan bir tek
bağ vardı: Roma Devleti.
Ve bu devlet de, zamanla o insan yığınının en berbat düşmanı ve zâlimi
haline gelmişti.
Eyaletler Roma’yı iflâs ettirmişlerdi; Roma’nın kendisi de, ötekiler
gibi bir eyalet şehri olmuştu…
Roma Devleti, işi gücü tabalarını sömürmek olan dev yapılı bir karışık
makine haline gelmişti.
Her çeşit vergiler, angaryalar ve müsadereler, halk yığınını her gün
daha derinleşen bir yoksulluğun içine atıyordu.
Valilerin vergi tahsildarlarının, askerlerin keyfî vergi ve resim
kesişleri dayanılmaz bir dereceye çıkmıştı.
Dünyaya Roma Devleti’nin egemen olması işte bu sonuca varmıştı; bu
devlet var olma hakkını içeride düzeni koruma ve dışarıda barbarlara karşı
kanat germe üzerine dayandırıyordu.
Ama, onun düzeni, en hoyrat kargaşalıktan beş beterdi; barbarlara karşı
yurttaşları koruduğu iddiasında bulunuyordu; yurttaşlarsa barbarları kurtarıcı
gibi bekliyorlardı.
Roma medeniyeti ile denkleşen Barbarlık: Avrupada millet gelişimini
billûrlaştırdı.
“Sosyal durum daha az umutsuz değildi.
Cumhuriyetin son günlerinden beri Roma egemenliği, zapt edilmiş
eyaletlerin hayâsızca sömürülmesi noktasından yola çıkmıştı; İmparatorluk bu
durumu ortadan kaldırmamıştı, belki tersine düzenlemişti.
İmparatorluk çökmeye yüz
tuttukça, vergiler ve müsadereler daha çok artıyor, memurlar daha büyük bir
vicdansızlıkla çapul ediyorlar, sıkıştırdıkları halkın suyunu çıkarıyorlardı.
Uluslar egemeni geçinen Romalıların: Ticaret ve sanayi hiç bir zaman
yaptıkları iş değildi; onlar yalnız tefecilikte bütün kendilerinden önce ve
sonra gelmiş, gelecekleri aşıp geçmişlerdi.
Vaktiyle var olup muhafaza
edilen ticaret adına ne kalmışsa, o memurların keyfi vergi, resim kesişleri
altında yok edilmişti; ticaret diye kalan şey ancak imparatorluğun Grek
bölümünde bulunuyordu, o da incelememizin dışında idi.
Genel fukaralaşma, ticaretin, el işinin, güzel sanatın gerilemesi,
nüfusun azalması, şehirlerin çökmesi, ziraatin daha aşağı bir duruma dönmesi:
İşte Roma’nın evrensel egemenliğinin en son neticesi bu olmuştu.
Bezirgân
ekonominin hazır yiyiciliğini azdıran
Tefecilik, bütün toplum üretici gelişimini eritti.
“Bütün kadim dûnyanın başlıca üretim kolu olan ziraat, bundan da bin
kere daha kötüleşmişti.
İtalya’da, Cumhuriyet sonundan beri hemen bütün araziyi kaplamış
bulunan uçsuz bucaksız çiftlikler, iki tarzda değerlendirilmeye konulmuştu; ya
otlaktılar da ahalinin yerine koyunlarla sığırlar geçmişti, bunların bakımı pek
az sayıda köleyle oluyordu; yahut arazi villa olmuştu: Orada köle yığınları,
kısmen mal sahibinin lüksü, için kısmen şehir piyasaları için, büyük ölçüde
bahçıvanlık yapıyorlardı.
Derken, büyük otlaklar muhafaza edilmiş, ve hattâ daha da
genişletilmişti; villa çiftlikleri ile tumturaklı bahçıvanlıkları: Mal
sahiplerinin züğürtleşmeleri ve şehirlerin çökkünlükleri yüzünden yok olup
gitmişlerdi.
Köle emeği üzerine temel atmış bulunan latifundia işletmesi artık kâr
bırakmıyordu, öyleyken o zamanlar büyük ziraatin mümkün olan tek şekli o idi.
Küçük ekim, yeniden yararlı biricik şekil olmuştu.
Villa’lar, birbiri ardından küçük parçalara bölünerek, bir miktar para
ödeyen irsî çiftçiye, yahut, çiftçiden ziyade rejisör olan ve emeklerine
karşılık yıl ürününden altıda bir, hattâ bazan dokuzda bir pay alan
Partiani’lere tevdi olundu.
Ama en çok tercih edilen, o toprak parçalarını, yılda fiks bir faizi
karşılık olarak ödeyen “Colon”lara vermekti.
Kolon’lar, sözün öz deyimiyle köle değildiler, ama, hür de değildiler;
onlar hür kadınlarla evlenemiyorlardı ve aralarında olan birleşmeler, tamamıyla
mûteber bir evlenme sayılmıyordu, ancak kölelerinki gibi basit bir kapatmalık
sayılıyordu.
Bunlar, Ortaçağ serflerinin müjdecileri oldular.”
Bu kısa ve özlü
tasvir, hemen bütün Antika büyük Medeniyetlerin İmparatorluk çağırıdaki
durumlarının sonucunu bütün canlılığı ve gerçekliği ile anlatır.
Bu hale gelen
medeniyet tarih yolunu tıkayan trajik bir molozdur.
İnsanlığın
ilerleyebilmesi için, o molozun kaldırılması işini barbarlardan başka kimse
beceremez.
Çöküşün ekonomi
temeli her yerde, aynı Tefeci Bezirgân kemirişi idi: “Paranın
ödeme aracı olarak gördüğü ödev fâizi, ve faizle birlikte para sermayesini
geliştirir.
İsrafçı, çürütücü zenginliğin istediği şey; para olarak para, her şeyi
satın alma vasıtası olarak paradır.
Küçük üretmenin her şeyden önce paraya muhtaç olması, ödemeler içindir:
(Toprak beyine ve Devlete ödenen aynî mükellefiyetlerle, tevdiatın para iradı
yahut para vergisi haline geçişi burada büyük bir rol oynar.)
Onun için, âşarın kaldırılması köylüyü tefeci eline esir düşürür.
Hazine teşekkûlü ancak tefecilikte gerçekleşir tümüyle veya kısmen
emeğe… bizzat üretim şartlarının bir kısmına hükmeder…
Sadece kötü yıllar, köylünün
tohumluk buğdayını aynen yerine koymasına engel olunca, pahalılaşan yaşama
araçları ile hammadde, ürün tutarından çıkarılıp telâfi edilemez.
Roma patricileri, harpler yüzünden, plebleri savaş hizmetlerine
zorlayarak, çalışma şartlarını yeniden üretmelerine engel olarak, dolayısı ile
de fakirleştirerek iflâs ettirdiler…
Aynı savaşlar, patriçilerin mağaza kilerlerini: Ele geçirilmiş ve o
zaman para yerine geçen bakırla doldurdu.
Pleblere, doğrudan doğruya muhtaç oldukları buğday, at, boynuzlu hayvan
gibi malları vereceklerine, işlerine yaramayan bakırı ödünç verdiler; böylece
pek büyük tefeci faizi sızdırarak yararlandılar; ve o faiz yoluyla plebleri
kendi borçlu köleleri durumuna soktular.
Büyük Charle zamanında da, Frank köylüleri gene böyle iflâs ettiler;
sonra da kendileri için borçlu toprakbend haline girmekten başka çıkar yol
kalmadı.”
Antika çağla,
ortaçağın farkı bu idi: Birincisi köle, ikincisi toprak bent yaratan hep aynı
insan düşmanı Tefeci-Bezirgân oyunu oldu.
Bu soysuzlaşma
ne zaman ve nerede olursa, karşısına sosyalist insan kaynağı barbarlık
çıkacaktı.
Batı Roma basamağı, ardarda gelen büyük barbarlık HECMEleri geçirdi.
Bu hecmeler ilkin Avrupa’daki medeniyetler üzerine barbarların
saldırması biçiminde oldu.
Sonra, onların hemen bir yüzyılı geçemeyecek kadar arkalarından
Haçlılar Seferi kılığına girdi: O da, Avrupa yarı barbarlığının Avrupa dışına
saldırması demekti.
Batı Roma
İmparatorluğunu, kendi iç ekonomik ve sosyal zıtlıkları ölüm döşeğine yatırdı;
Roma’da:
“Antika köleliğin vakti dolmuştu.
Ne kırların büyük ziraatinde, ne şehir el imâlâthanelerinde kölelik
artık zahmetine değecek bir kâr getirmiyordu.
Kölelerin yaptığı ürün için gerekli piyasa, pazar ortadan kalkmıştı.
Çiçeklenmiş İmparatorluk zamanlarındaki devce iri üretimin iflâs etmesi
ile ortaya çıkan küçük ziraat ve küçük sanayi sayıca kalabalık kölelere yer
vermiyordu.
Ama, can çekişen kölelik, gene de her türlü üretici emeği kölelerin
yapacağı ve bir Romalı’ya yakışmayan bir iş gibi göstermeye yetiyordu.
Onun için, bir yandan fazla gelen kölelerin gittikçe artar sayıda
azatlanmaları, öte yandan, şurada Colon’lar (Yarı hür çiftçiler), burada hür
başıbozuklar çoğalıyordu…
Kölelik artık kâr getirmediği için ölüyordu, ama, ölürken zehirli
dikenini, hür insanların her türlü üretici emeği hor görüşlerini bırakıyordu.
Roma dünyasının içine düştüğü çıkmaz bu idi: Kölelik ekonomice
imkânsızdı, hür insanların çalışmaları ahlâkça imkânsızdı.
Kölelikle iş olamıyordu, hür insanın işlemesi ise, henüz sosyal
üretimin temeli haline gelemiyordu.
Bu durumun tek ilâcı tam bir devrimdi.”
İsa tarihinin
400’üncü yıllarında, Roma çözülüşünün en göze çarpan kördüğümü Galya’da
(şimdiki Fransa’da) idi.
Barbarlıkla
medeniyet en çok orada ileriye doğru gidişe elverişli harmanını yapmıştı.
“Colonlar cihetinde, henüz hür olan köylüler vardı.
Bunlar, memurların, hâkimlerin ve tefecilerin yalnız zorbalıklarına
karşı kendilerini emniyete almak üzere, çok defa bir kudretli varlığın
patronluğu altına sokuluyorlardı; hem bunu yalnız tek başına kişiler değil,
olduğu gibi tümüyle komunalar da yapıyorlardı; o kadar ki, IV’üncü yüzyılın
İmparatorları, bu konuda bir çok kere yasaklayıcı buyrultular çıkardılar…
Romalı memurların ve büyük beylerin zulmü o kadar çetinleşmişti ki;
“Romalılar”dan çoğu barbarların işgal ettikleri bölgelere kaçıp gidiyorlardı…
Cermen Barbarlar, Romalıları kendi devletlerinden kurtarmak için,
Romalı toprakların üçte ikisini ellerinden alıp aralarında paylaştılar.”
Bu Cermen Barbarlarının Roma medeniyetine son “coup de grâce” kurşununu
sıkması idi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder