Fransız İhtilali’nin Özgün Yönü Neydi?
Alexis de Tocqueville (1805-1859) hem edebiyat, hem
siyasette seçkin kariyer sahibi bir Fransız asilzadesidir.
1831’de henüz genç bir memurken cezaevi reformu
üzerine çalışmalar yapmak üzere Amerika’ya resmi bir ziyaret yapar ve bu geziyi
dünyanın önde gelen demokrasisinin değerlendirmek üzere kullanır.
Nitekim Tocqueville’in parlak edebi
kariyerini, Amerika’da Demokrasi (1835) adlı kitabı tesis eder.
İkinci Fransız Cumhuriyeti’nin Dışişleri Bakanı
olur, ancak III. Napolyon döneminin despotizmi bu görevden istifa etmesine yol
açar ve bu zorunlu tatili, Devrim Öncesi Fransa adlı ünlü kitabı
üzerinde çalışarak değerlendirir.
Bu kitap, bir önceki kitabındaki gibi, Batı
dünyasının sosyal ve siyasal yapısının, Fransız Devrimi’nin yol verdiği yeni
eşitlikçi demokrasi baskısıyla nasıl başa çıkabileceği şeklinde
tanımlanabilecek bir siyasi kaygı taşır.
Tocqueville,
söz konusu devrimin özelliklerini aşağıdaki gibi anlatır.
Toplum devrimci
bir çağın baskılarıyla nasıl başa çıkabilir ve çıkmalıdır?
Devrim, sanıldığı gibi
asla dinsel inanç imparatorluğunu yıkmak için yapılmış değildir; görünüşüne
rağmen, temelde toplumsal ve siyasal bir ihtilaldi ve bu türden kurumların
çerçevesi içinde, hiçbir şekilde düzensizliği sürdürmeye, bir bakıma
düzensizliğe istikrar sağlamaya, başlıca hasımlarından birinin söylediği gibi,
anarşiyi yöntemleştirmeye yönelmedi ama daha çok kamusal yetkenin gücünü ve
haklarını çoğaltmaya eğilim gösterdi.
Daha başka kişilerin
düşündükleri gibi, uygarlığımızın o ana kadar taşımış olduğu kimliği
değiştirmek, gelişmelerini durdurmak, hatta bizim Batı âlemimiz içinde insan
toplumlarının dayandıkları temel yasalardan hiçbirini özünde değiştirmek
zorunda değildi.
Onu, yalnızca kendi
içinde ele almak üzere, farklı dönemlerde ve çeşitli ülkelerde fizyonomisini
geçici olarak değiştiren bütün kazalardan ayrı tuttuğumuz zaman, bu ihtilalin,
birçok yüzyıl boyunca Avrupa halklarının çoğunda ortak kabul etmeksizin hüküm
sürmüş olan ve genellikle feodal kurumlar adı altında tanımlanan o siyasal
kurumları, koşulların eşitliğini temel alan daha tekdüze ve daha basit bir
toplumsal ve siyasal düzeni ikame etmek üzere, ortadan kaldırmaktan başkaca
etkisi olmadığı açıkça görülür.
Muazzam bir ihtilal
yapmak için bu kadarı yetiyordu, çünkü antik kurumların Avrupa’daki hemen hemen
bütün dinsel ve siyasal yasalara hâlâ karışmış bir halde ve sanki onlara
dolaşmış gibi olmalarından bağımsız bir şekilde, bu kurumlar fazladan,
kendilerine yapışık gibi duran bir dolu düşünceler, duygular, alışkanlıklar ve
örfler telkin etmişlerdi.
Böylece, bütün
organlarına tutunmuş bir parçayı birdenbire toplumsal gövdeden koparmak ve yok
etmek için dehşetengiz bir ihtilaç gerekmişti.
Bu da devrimi olduğunda
da büyük göstermiştir; her şeyi yok edermiş gibi görünüyordu, çünkü yok ettiği
şey her şeye birden dokunuyor ve bir bakıma her şeyle bir bütün oluşturuyordu.
Devrim ne kadar
köktenci davranmış olursa olsun, yine de genelde varsayıldığından çok daha az
yenilik getirmiştir; bunu daha sonra göstereceğim.
Onun hakkında doğru
olarak söylenebilecek şey, eski toplumdaki aristokratik ve feodal kurumlardan
kaynaklanan her şeyi, herhangi bir şekilde onlara bağlı olan her şeyi, hangi
derecede olursa olsun, onların en ufak izini taşıyan her şeyi yok
ettiği ya da yok etmekte olduğudur (çünkü hâlâ sürüyor).
Eski dünyadan
sakladığı, yalnızca, o kurumlara her zaman için yabancı kalmış olan ya da
onlarsız da var olabilen şeydir.
Devrimin her şeyden
daha az olduğu şey, beklenmedik bir olay olmasıdır.
Dünyayı hiç
beklenmedik bir anda yakaladığı doğrudur ve bununla birlikte en uzun sürmüş bir
çabanın tamamlayıcısı, on insan kuşağının üzerinde çalışmış olduğu bir yapıtın
ani ve şiddetli bitimidir.
Eğer olmamış olsaydı
da eskimiş toplumsal yapı her yerde, burada daha önce, orada daha sona çöküp
dağılmaktan geri durmayacaktı; yalnızca birdenbire yıkılacak yerde parça parça
dökülmeye devam edecekti.
Devrim, uzun sürede
yavaş yavaş ve kendiliğinden tamamlanacak olan şeyi, ihtilaçlı ve ıstıraplı bir
çabayla, geçiş olmaksızın, önlem olmaksızın, hiçbir şeye aldırmadan, aniden
tamamlamıştır.
Yaptığı iş bu
olmuştur.
Bugün fark edilmesi
bunca kolay görünen şeyin, en uzak görüşlüler için bile onca karışık ve onca
gizli kalması şaşırtıcıdır.
Aynı Burke,
Fransızlara şöyle seslenmektedir: “Hükümetinizin aşırılıklarını düzeltmek
istiyordunuz, iyi de yenisini yapmak neden?
Eski geleneklerinize
niye bağlanmıyorsunuz?
Niye eski açık
yürekliliğinizi ele almakla yetinmiyorsunuz?
Ya da eğer atalarınızın
kurduğu yapının silinmiş fizyonomisini yeniden bulmak sizin için imkânsızsa,
niye bakışlarınızı bizden yana çevirmiyorsunuz?
Orada, Avrupa’nın eski
ortak yasasını bulmuş olurdunuz.”
Burke, gözlerinin
önünde bulunan şeyin, özellikle Avrupa’nın o eski ortak yasasını ortadan
kaldırmak zorundaki ihtilal olduğunu görmemektedir; söz konusu olanın, başka
bir şey değil, tastamam bu olduğunun farkında değildir. (…)
Tocqueville’in edebi
çalışmalarının altında yatan temel siyasi amaç, Amerika’da Demokrasi hakkında
dostu Stoffels’e yazdığı 21 Şubat 1835 tarihli mektubunda açıkça ifade bulur.
Günümüzde demokratik
bir halkın gerçekte ne olduğunu göstermek ve doğru bir resim çizmek suretiyle
günümüz insanının üzerinde çifte etki yaratmak istedim.
Parlak ve kolayca
gerçekleştirilen bir ideal olarak demokrasi hayali kuranların resmi yanlış
renklerle boyadıklarını, göklere çıkardıkları cumhuriyetçi hükümetin -halka
azımsanmayacak ve kaldırabileceği bir yarar sağlayabilecek olsa da- hayal
gücünden yoksun olduğunu; dahası, böyle bir hükümetin bir ulus olarak henüz
bizim de sahip olamadığımız belirli bir zekâ, bireysel ahlak ve dini inanç
düzeyine ulaşmaksızın ayakta kalamayacağını, bu durumun siyasal sonuçlarını
kavramaya çalışmadan önce, bu yönde çalışmamız gerektiğini göstermeye çalıştım.
Demokrasiyi yıkım,
anarşi, yağma ve cinayetle eşdeğer tutanlara, demokratik yönetim altında
toplumun servetine, haklarına ve dinine saygı duyulabileceğini, özgürlüğün
korunabileceğini, cumhuriyetin insanın o soylu zihinsel gücünü diğer yönetim
biçimlerine kıyasla daha az geliştirebilecek olsa da, kendine has bir asaleti
olduğunu ve mutluluğu, sadece küçük bir azınlığı mükemmele taşımak için değil,
makul miktarlarda herkese yaymanın aslında Tanrı’nın da isteği şey olduğunu
göstermeye çalıştım.
Bu insanlar ne
düşünürse düşünsün, artık tartışma gücüne sahip olmadıklarını, toplumun nicedir
artan oranda daha çok eşitlik istediğini, tek seçeneğin iki kaçınılmaz kötülük
arasında yattığını, sorunun aristokrasi mi yoksa demokrasi mi sorunu olmaktan
çıktığını, şiirsellik ve seviyeden yoksun olmakla birlikte, düzen ve maneviyat
vaat eden bir demokrasi sorunu olduğunu, disiplinsiz ve yoz bir demokrasinin
aşırılığa ya da boyunduruğa yol vererek, insanlığı Roma İmparatorluğu’nun
yıkılışından bu yana vurulan boyunduruktan çok daha ağır bir boyunduruk altına
sokabileceğini kanıtlamaya çalıştım.
Cumhuriyetçi Parti’nin
hevesini kırmadan, izlenecek tek akil yolu göstermek istedim.
Aristokratların
iddialarını izale etmeye ve onları karşı konulamaz bir geleceğe razı etmeye
çalıştım ki, toplum, bir bölümünün tahriki, diğer bölümün direnci azaldığına göre,
kaderini barışçıl bir biçimde gerçekleştirebilsin.
Kitabımdaki baskın
görüş budur: diğer herkese dönük ve sizin (şüphesiz) daha açık bir biçimde
kavramış olduğunuz görüş!
Ne var ki, bugüne dek
bunu çok az sayıda insan keşfetti.
Karşıt görüşe sahip
pek çok insanı, çalışmamın anlamını kavradıkları için değil, ona belirli bir
açıdan bakarak içinde kendi görüşlerini olumlayan argümanlar buldukları için
memnun etmekteyim.
Geleceğe inanıyorum ve
bugün birkaç kişi tarafından bir zayıf ihtimal olarak görülenin zamanla daha
çok sayıda insan için açıklık kazanacağını ümit ediyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder