DİNİN TÜRK TOPLUMU ÜZERİNDEKİ ETKİSİ - 2
Şamanlık: Anahan
Dini, ilk cinsel yasakları
ile; KAN kutsallığn sembolü olan Totemler dinidir: Arapça BATIN denilen,
Morgan’ın Gens dediği aile, KAN örgütlü toplum.
Din o örgütçe
Yersu’lu ve Totem’lidir: “Tsinlerin dini, özellikle aile dayanışmasını var eden
ve güçlendiren bir dindir.
Her Yersu kendi
Batın’ının özel koruyucusudur, has tanrısıdır.
Bu din bir yandan
aileye ve Totemizme bağlı olduğu halde, öte yandan ANACIL NESEB’e dayanır.
Buna, kadın elemanına
bağışladığı imtiyazlardan ötürü, KADIN DİNİ de denilebilir.
Avrupa’lıların
ŞAMANİZM dedikleri din, Türklerin yalnız bu Kadın Dini sisteminden, yani 4’lü
sınıflamaya dayanmış TSİN dininden ibarettir.”
“Tsinler, daha aşiret hayatı
yaşarken, aşiret 4 Batından derleşikti.
Her Batın,
ordugahın bir cihetini kendisine tahsis ettiği için, cihetler, Batınların
sembolü renklerle boyalıdır.
Her Batın’ın bir
Totemi vardır ki, bir hayvan adıdır.
Her batın kendisine
bir mevsimi kutsal zaman saydığından, kendi Totemini özel tapacağına ve gene
kendine has olan mevsimde kurban eder.
Elemanlardan her
biri, Batın’lardan birinin sembolüdür.
Tüm aşiretin Totemi
ise Öküz’dür.
Bundan dolayı, yıl
ortasında 4 tapacağın babasına öküz kurban edilir.”
“4 elemanın temsil ettiği tapacaklara, Orkhon Kitabesi’nde YERSU’lar
adı verir.
Yersu’lar ilkin 4
iken sonra 3’e, daha sonra 8’e ve en sonra da 17’ye çıktılar.”
“Renk deyimleri
vaktiyle birer ayrı kutsallığın sembolleriydiler.
İlk zamanlar, aşiret 4 Batın’a ayrılmıştı.
Her Batın’ın ayrı
ortak vicdanı, ayrı dayanışması, ayrı ülküsü vardı.
Bu ayrılıkları
cihetlerden, mevsimlerden, elemanlardan, hayvanlardan, renklerden edinilmiş 4
çeşit sembollerde görüyoruz.
Bu 4 Batın’dan her
birinin ayrı bir kutsallığı vardır.
Kutsallığın 4 çeşidi, bu 4 çeşit sembollerden
tecelli eder…
Batın, ailenin en
eski ve en büyük dairesidir.”
“Bu dinin
ruhanileri: KAM’lar, yahut KAMAN’lardır.
Şaman sözcüğü
bundan çıkmıştır.
Şaman’a Yakut’larda
OYON adı verilir ki, Oğuz’lardaki OZAN sözcüğü ile aynı asıldandır.
Böylece, OZAN’ın kadim zamanda ŞAMAN olduğu
anlaşılıyor. Yakut’larda kadın Şaman’a ODAKAN derler…
Erkek Şamanlar da
yaptıkları dini yahut sihircil törenlerde başarı kazanmak için, kadın gibi
saçlarını uzatırlar, kadın elbisesi giyerler, İnce sesle konuşurlar, hatta
kendilerinin gebe kaldıklarına, birtakım balık, karga, gibi şeyler
doğurduklarına inanırlar….
Şaman, kadına ne
denli benzerse, manevi değeri o denli çok olur.
Bu kadınlaşma din
mecburluğu, Şamanları ters cinsiyete dek götürdüğü söyleniyor.”
Babahanlık’ta nasıl
Baba hukuku egemense, Anahanlık dini olan Şamanlık’ta da Ana hukuku egemen
olmuştur.
Yakut’larda her
Şaman’ın AYEKİLA adlı bir Totemi vardır.
AYE: Ana demektir.
KİLA: Hayvan demektir.
AYEKİLA: Ana-hayvan
anlamındadır ki, Anacıl Totem demektir.
Bundan başka, her
Şaman’ın AMAGAT adlı bir müz’ü vardır.
Orkhon Kitabesi’nde
bu maddeden kök almış bir de OMAY sözcüğü vardır ki, Thomsen’ce TANRIKIZ diye
tercüme edilmiştir.
“Dişi koruyucular,
Şaman’lara mahsus değildir.
Yakut’larda
laiklerin de birer AYEHEZİT’i vardır.
AYE: Ana demektir.
HEZİT: (ci)
edatıdır.
AYEHEZİT: Anacı
demektir.
Bu da dişi bir
ruhtur ki, laik olan kişinin koruyucusudur.
Görülüyor ki,
Şamanizm teşkilatındaki gerek Totemler, gerek Koruyucu ruhlar hep dişidir, bu
dinin kadın dini olduğu bununla da sabittir.”
İlk Türk dini, ilk
Türk toplumu gibi, eşitliğin, kardeşliğin ve mutluluğun dinidir.
Çünkü içine: Sınıf
ve imtiyaz kurdu girmemiştir.
Zıtlıkların
işlediği Çin toplumu ile Türk toplumu arasındaki başlıca fark budur.
Çin’lilerden YANG
ile YEN değerce birbirine eşit değildir.
Bu sebeple, YANG
olan şeyler (Uğurlu, Yüce), YEN olan şeyler (Uğursuz, alçak) sayılır..
Örneğin, erkek ile
sağ YANG oldukları için Yüce, kadın ile sol YEN oldukları için alçaktırlar.
Kadının Çin’de
hakları erkekten aşağı olması ve sol yanın uğursuz tanınması bu sınıflamayla
ilgilidir.
“Türk’lerde iki
sınıfın değeri birbirinden başka olmakla beraber, kemmiyetçe birbirine
denktirler.”
“Türk’e göre hiç
bir şey lakutsi (kutsal değil) olamaz.
Bundan dolayıdır
ki, Türkçe lakutsi sözcüğünün karşılığı yoktur.
Yüce ve alçak
bulunmayan Toplumun dininde, ne gökler ötesi, ne yerin dibinde ayrı evren de
yoktu.
Bir tek herkesin
gördüğü şu dünya vardı.
Türkler her şeyini eşit, canlı ve kutsal
bildikleri varlığa, olduğu gibi: “ORTA DÜNYA” diyorlardı: “İlkin budun çağında
yalnız orta dünya vardır.
Yer’sular
yeryüzünde idiler.”
“Orta dünyaya mensup ruhlar, ilkin 4
sınıflamadaki kutsal çeşitlere ayrılmıştır.
Orta dünyanın eski
Türkçesi JÖN, ACUN’dur.
Şamanizm devrinde 4
mevsime mahsus kurban törenler ile, senenin ortasındaki büyük kurban töreni
vardı.”
İL DİNİ : ANAHAN + BABAHAN DİNİ
Oğuz adına olan
Toplum düzeni, Toplum içine bir ikilik soktu.
Bu ikilik BARIŞ
anlamına gelen İL içinde, eski Anahanlıkla yeni Babahanlığı uzlaştırmak, barışçıl
yoldan bağdaştırmak sayıldı.
Topluma ikilik
girmişti, ama henüz biri ötekine baskı yapıp üstünlük gösteremiyordu.
Belki 4 mevsim dışında aşiretin ortak yıl
ortası töreni ÖKÜZ tanrı, OĞUZ töresinin kökü oldu.
Kadın egemenliği
ile Erkek egemenliği Çin’deki gibi zıtlık içinde sayılmadı.
“Çin
sınıflamasından (Ak ve Kara) adlarıyla iki eşit olmayan tabakaya ayrılıyordu.
İkinci sınıflanmasında ise; zümreler ve
fertler, SAĞ ve SOL adları ile, birbirine değerce eşit ve birbirinin
tamamlayıcısıdır.
Bundan başka, kadın ve erkek cinsleri ak ve
kara sınıflamasına değil de, SAĞ ve SOL sınıflamasına sokuldukları için, iki
cins birbirinin eşiti ve tamamlayıcısıdırlar.”
İl toplumu Türk
toplumunun anahancı eğilimine karşı henüz açıkça çıkmak cesaretini bulamaz.
Ancak, erkeğin
dıştan, zorba egemenlik eğilimini, Oğuz kutsallığının perdesi ardında kadına
karşı yerleştirmekten de geri kalmaz.
Oğuz birleşiminde BOZOKLAR Sağ kolu, ÜÇOKLAR Sol kolu teşkil ettiler.
İki yoldan böylece
birleşerek İL’i var ederlerken, bunların tapacakları da birleşerek 7 HODAY’ı
vücuda getirdiler.
Bu birleşim şöyle
oluyor: Sol kolu teşkil eden aşiret, eski din teşkilatını muhafaza ederek İL’e
sol kol oluyor.
Biliyoruz ki, eski
BUDUN’ın 4 Yersu’su vardı.
Bunlardan yalnız
DEMİRHAN ile SUHAN kalıyor.
Ama bunlar da,
Oğuz’larda adlarını değiştirerek, DAĞHAN ve DENİZHAN oluyorlar.
Yersu’lar, Orta
dünya gökyüzünün, yani hava küresinin oğullarıdır.
Yersu’ların
babasına Altay Türkleri OGAN derler.
Oğuzlar ise buna
GÖKHAN adını veriyorlar.
İşte bu suretle,
Sol kolun allahlarını (Gökhan, Dağhan, Denizhan) adındaki 3 Yersu’dan ibaret
görüyoruz.
“Sağ kol ise, eski
Yersu’larını atarak, bunların yerine gökcül tanrılar kabul etmiştir.
Bunlar da: Gökhan,
Ayhan, Yıldızhan’dır.
Demek asıl biçim değişimi sağ kolu teşkil eden
bu 4’te olmuştur.
Sol kol, kadın dini
sistemini muhafaza ettiği halde, Sağ kol bir erkek dini sistemini ibda etmiş,
ve bu iki sistemin çiftleşmesinden Oğuz dini doğmuştur:”
“Kadın dini,
sonradan erkek dini sistemiyle birleşerek, İl dinini vücuda getirmiştir.”
Böylece İL dini: Anahanlık’la Babahanlığın
melezidir.
”Oğuz’larda din
başkanları siyaset başkanlarından ayrı değildi.
24 Boy beyi hem siyasi, hem dini başkandılar.
Bunlar Şölen’de
toplanarak ellerini birlikte göğe kaldırdıkları zaman, altışları altış ve
kartışları kartıştı, yani duaları dua, bedduaları beddua idi.
Oğuz’ların bu 24
beyden başka, Ozan adıyla hem kahin, hem şair, hem sihirbaz olmak üzere
ruhanileri de vardı.
Bunlar şölen’de
Oğuzname’yi okuyarak kobuz çalarlardı.
İL dini de, gene
Gökalp’in “BATIN” dediği, Gens = Kan teşkilatının ürünü oldu.
Yalnız, Kan içine
yarı kadın, yerı erkek hukuku girmişti: “ONGUN sözcüğü, Camiüt Tevarih’e göre
OYTUN sözcüğünden kök alır.
OYTUN, mübarektir…
Bir hayvan, bir
zümrenin. Ongun’u olunca, o zümrenin kişileri o hayvanı öldüremezler, etini
yiyemezler ve ona hiçbir yolda taarruz etmeyip tefe’ülen mübarek tanırlarmış.”
“Oğuz’larda Şölen adlı milli bir ziyafet
vardır ki, bunda 24 Oğuz beyi hazır bulunurlar.
Ama kesilen
kurbanın etlerini gelişigüzel yemek olmaz.
6 oktan her birine
mensup olan beylerin ayrı Söğük (yani, yiyebileceği et kısmı) vardır.”
“OK’ların,
ONGUN’ların SÖĞÜK’leri olduğu gibi, BOY’ların da Tamgaları vardır.
Camiüt Tevarih, her
BOY’un kendi hayvanlarını ve hazinesini kendine mahsusu Tamga ile
işaretlediğini bildiriyor.”
“Yakut Türklerinde
İL dini iki koldan derleşiktir.
Sağ kol: DOKUZ AĞA UZA, Sol kol: SEKİZ AĞA UZA
adını alır.
AĞA UZA: Yakutça’da
BABA SOYU anlamındadır.
AYE UZA da: ANA
SOYU’dur.
Yeryüzündeki BATIN’lar sağda 9 ve solda 8
Batın’a ayrıldığı gibi, gökteki allahlar da, tüm buna paralel olmak üzere,
gökyüzünün 9 tabakasını, yeryüzünün 8 bölgesini tutmuşlardır.
Gökyüzü Sağ Kola,
Yer Sol Kola karşılık gelir.
Gökteki allahlara
Yakutlar TANGER, yani Tanrı derler.
Yerdeki allahların
ise bildiğimiz YERSU’lar olduğu bellidir.”
Görüyoruz,
Şamanlık’ta allahlıkla hiç ilgisi bulunmayan erkek cins, toplumda sürünün
kendisine getirdiği güç arttıkça, önce kadını taklit ederek, bir hayli
erkekliğini inkar ederek, kendisini allahlar sırasına sinsice çıkartmayı
becermiştir.
Bu sinsi
egemenliğini dokunulmaz kılmak için de, yerden göğe çıkartmış, yükseltmiştir.
Kadın kahin, erkek
ruhani başkan yapılmıştır: “Eski Türkler, İL dinine KOM adını verirlerdi.
İL dininin din kitabına da NOM derlerdi.
İL dinin ruhani reislerine KOYUN, kahinlerine
KAM adını verirler.”
Kan örgütünün bir
özelliği de kapalı dünya oluşudur: “İl dinindeki ONGUN’lar da ayrı mukaddes
nev’ileri gösterir.
Bu nev’ilerden her
biri, ayrı bir alem olduğu için, diğerleri için kapalı gibi idi.
Her biri kendini İç
sayarak, öteki nev’ie DIŞ adını verir.
Mesela, şimdiki
tarikatlar gibi.” “La-kutsi mefhumu olmamakla beraber, DIŞ İL, bir nev’i
kutsiliğe nazaran la-kutsidir.”
İl dini’nin
ANAHANLIK toplumundan BABAHANLIK toplumuna geçit basamağı olduğunu gösteren
gelişimler saymakla bitmez.
Örneğin, İl
dini’indeki Gök dünya ötesindeki erişilmez gökyüzü değil, içinde yaşanılan
atmosferdi: “Yersuların babası olan Ogan, arzın göbeğinde otururdu.
Bunun Oğuz’larda
müradifi olan Gökhan’dan mürad Kürre’i havalyye idi, asıl sema değildi.”
”Yukarı sema’yı il
dini ilkin 3 kat saydı.
Oğuz’un sağ Kolu 3
oktan derleşik olduğu için, yukarıki sema’nın da 3 kat olması tabii idi.”
“Orta dünya’nın bölgeleri önce 4 iken, sonra
8, daha sonra 17 oldu.”
“Bilahare bunlar da AK ve KARA cinsleriyle
ayrıldılar: O zaman AK olanlar YUKARI YÜKSEK, ve KARA olanlar AŞAĞKİ GÖK’ün
hükümüne uydular.”
Erkek, Toplumda
egemen olmaya başlayınca, Tanrılar arasına da erkekler katılmıştır.
Bu katılışı Z.
Gökalp şöyle açıklıyor: “Böyle bir zamanda halkın arasından bir evliya zuhur
ederek, mensup olduğu halkın kollektif vicdanını şiddetle duymaya başladı.
Bu kollektif
vicdan, daha yüce bir allah sembolü altında tecelli etti.
Daha yüce sema’dan
başka ne olabilir?
O halde, bu yeni allah, TANRI yani GÖK adını
aldı.
Eski allahlar,
adlarının da delalet ettiği gibi, HAKİ (yercil) idiler…
Şimdi, Batın
ülküsünden daha yüksek bir ülkü, Barış ülküsü (bir halkın aşiretleri ve
batınları arasında kan dökülmemesi ülküsü) doğuyordu.
Bu ülkü doğunca, İl dini de kendi kendine biçimlendi..
Bu ülküyü ilk
duyana TANRI KUTU ünvanı verildi.
Bu zat, Barış
dinini kurmaya ve bunu gerektiren Devlet teşkilatını vücuda getirmeye kendini
memur ve mebus biliyordu.
Hükümdarlara TANRI
KUTU KİN YÜZ denildiğini Deginyi yazıyor.
TANRI KUTU: Allahın
gölgesi, Allahın ruhu anlamlarındadır.
KİN YÜZ ise: Geniş
yüzlü demektir.
Cengiz sözcüğünün,
Moğollarca bu deyimden değişik olması muhtemeldir.”
“TANRl: Bir
dünyaların allahı değildi.
Belki bir Türk
Uruğunun kavm’ı ilahı idi.
Hakan’ın da Tanrı
tarafından gönderildiği Orkhon kitabesinden anlaşılıyor: “Fakat, yukarıda Türk
tanrısı ve mübarek Türk Yersuları şöyle yaptılar: Türk budunu yok olmasın diye,
yeniden bir Budun olsun diye, babam il besleyici Hakan ile anam İl bilici hatunu
yükselttiler, göğün tepesinde tutup yukarı çıkarttılar.”
Erkek: Sürü sahibi
olarak “İL BESLEYİCİ”, ama kadın da: Geleneksel Anahan olarak “İL – BİLİCİ”
durumundadır.
Kadın – Erkek
dengesi: İL – BARIŞ ve birlik getirmiştir.
Oğuz onun
sembolüdür: Kişi veya Allah olmaktan ziyade: “Bir Türk Uruğunun” sembolüdür.
Osmanlı
Padişahlarının hem siyaset, hem din başkanı (Halife) oluşları üzerine, “Zıllül
lahü fıl erz” (tanrının yeryüzündeki gölgesi) oluşları da, böylece Türklerde
(Töreli insanlarda) İL = Sosyal barış dininden kalma bir deyimdir.
Tekrar edelim: İl
toplumu gibi, İl dininde de: henüz Babanın diktatörlüğü yoktur.
Anahanla eşitlik
vardır.
Aile ARDIÇ ağacı ile, Kadın ÇAM ağacı ile,
Erkek HOŞ ağacı ile sembollüdür.
Tören: Hoş
ormanında yapılır, ve Çam yerin göbeğinde bulunur.
Ama yücelikte
birdirler: “Tarih’i Cihanküşa, Uygur evlerinde duvara çizilmiş bir “Mel’un
ağaç” bulunduğunu anar.
Altay Türkleri, erkek dinine mahsus erkekcil
törenleri yalnız Hoş ağacının ormanlarında yaparlar.
Yine Altay Türkleri için, arzın merkezinde
Yersuların başkanı olan Oğan’ın makamında 6’ncı göke kadar yükselmiş bir Çam
ağacı vardır.
Bu ağacın
yüksekliği Ogan’ın 16.ncı gökte yerleşik bulunan BAYÜLKEN’e eşitliğini
gösterir…
Hoş ağacının (eski
Türklerde adı: Sumu) erkek, Çam ağacının (eski Türklerde: Fusuk) dişi olduğu
sanılır.
Mahmud’u kaşgari’ye
göre Fusuk kadın adlarındandır. ”
İLHANLIK DİNİ : BABAHAN DİNİ
Şamanlıkta ve İl
dininde bulunmayan iki zıt kutup, birdenbire İlhanlık dininde görülür.
Daha doğrusu,
İlhanlık dini, o zamana dek toplum ve tabiatta hep eşit sayılan şeylerin
birbirlerine zıtlaşması ile bu zıtlığın gökyüzüne aksetmesi yüzünden doğdu.
Toplum içinde
zıtlık belirince: Onu yatıştıracak AHLAK kuralları gerekti.
İnsanlar artık,
sağından-solundan özel bekçilerle kollandı.
O zamana dek, her
yer bu dünya cenneti iken, bundan böyle: Mükafat-Ceza bu dünyada nasıl icat
edildiyse, öbür dünyada da: Cennet-Cehennem icat edildi: Mükafat ve mücazat
allahlarının iki tabakaya ayrılmasından, ilhanlık dini vücuda gelir.
İl dinine SİYASAL SİSTEM denilebileceği gibi,
İllhanlık dinine de AHLAK SİSTEMİ adı verilebilir.
Çünkü Ahlak
görevlerinin müeyyidesi bu allahların faaliyetleridir…
Altay Türklerine
göre, bir çocuk dünyaya geleceği zaman, Bayülken oğlu Yayık’ı bu işe memur
eder.
Memur, süt gölünden
bir damla alarak, bununla çocuğun ruhunu yaratır.
Yedeğindeki
meleklerden bir Yayucu’yu, sevaplarını yazmak üzere bu çocuğa tahsis eder.
Bir çocuğun dünyaya
geldiğini haber alınca, derhal Erlik Han da bir Körmöz gönderir.
Birincisi çocuğun
sağında, ikincisi solunda durur.
Birincisi
sevaplarını, ikincisi günahlarını yazar.
Bu iki melek, o
adamı ölünceye dek takip ederler.
Ölünce, körmüz
derhal bu adamın ruhunu kaparak yeraltına götürür.
Erlik Han,
yeraltındaki Semada siyah bir taht üzerine oturmuştur.
Onun daha altındaki
katta kazırgan adlı Cehennem vardır.
Burada bir kazanın
içinde erimiş katran kaynamaktadır.
Körmöz, ruhun
günahkar olduğunu ispatlarsa, onun emri ile bu ruhu kazana atar.
Ancak, Yayucu da
ruhu yalnız bırakmamış, beraber gelmiştir.
Erlik Han’ın mahkemesinde, ölenin sevaplarını
sayarak hukukunu savunur.
Eğer, sevabı günahından daha çoksa, kazana
atılmasına engel olur.
Kazan adaletli olduğu
için, ruh onun içinde ancak günahı derecesinde yanar…
Günahı azca ise,
gözleri, yüzü dışarıda kalır.
Çokça ise, yalnız tepesi dışarıda kalır.
Kimisi büsbütün
batar.
Fakat, günahı kadar
yandıktan sonra, yine yukarı doğru çıkmaya başlar.
Üçüncü gökte, Cennette
yaşıyan Aktu’lar arasında bunların dedeleri ve nineleri vardır.
Bunlar, kendi döllerinin ıztırap çekmesine
ilgisiz kalamazlar.
Mensup oldukları
Oğuş’un koruyucusu olan allaha başvururlar.
Ölen ruhlar,
Cennette de, dünyadaki Boy’lar, Oğuş’lar, Kol’lar, ve İl’lerden derleşik sosyal
teşkilat halinde yaşarlar.
Bunlar, yerdeki
dölleriyle, koruyucuları olan Allahlar arrasında sefaatçilik yaparlar.
Allahlar, Yayık
aracılığı ile Yayucu’yu sıkıştırırlar.
Yayucu bu adamın
günahı kadar yanmasını beklemeye mecburdur.
Çünkü, cezasını tüm
çekmedikçe başı katrandan dışarıya çıkmaz.
Baş meydana
çıkınca, Yayucu, tepesindeki saçtan tutarak ruhu dışarıya çıkarır.
(Eski Türklerin
tepelerindeki bir tutam saç bırakmaları bunun içindir.)
“Eski Toplumların
hemen hepsinde Ruh vücudun biçiminde tasavvur edilirdi: Dolayısıyle, ruh’un da
sahibi gibi saçlı olmasına şaşmamalıdır.
Yayucu, ruhu ele
geçirince, uçarak 3’üncü kat gökteki Cennete, yani, AK’a getirir.
Oradaki Aktu’lardan
akrabaları çevresine toplanırlar.
Kendisine ziyafet
çekerler.
Cennetin yanında Sütgölü adındaki bir göl
vardır.
Suyu Kevser kadar
tatlıdır.
Yine o civarda
Sürve dağı vardır.
Gölde altın
sandallarla seyahat ederler.”
“Orhon
Kitabesi’nde, mükafat allahına UZAGÖK Tanrı (yani yukarıdaki Gök Tanrı),
Mücazat allahına ASRA YAĞIZ Tanrı (yani aşağıdaki kara Tanrı) adları veriliyor.
Yakut mükafat
tanrıları arasında bir Dişi tanrı vardır ki, adı Ayzıt’tır.
Ayzıt,
Keldan’lıların Istarta’sı ve Yunanlıların Afrodit = Venüs’ü gibi doğruculuk ve
güzellik tanrıçası olduğu halde, onlar gibi ismetin düşmanı değildir.”
“Türklerde törenler
ak ve kara çeşitlidir: Ak’lara yaz töreni, kara’lara kış töreni denir.
Hatta yaz törenini
yürüten ak Şaman’a Yakutça’da: Sa-yınki, yani Yazınki adı verilir.”
Böylece, zorbalaşan
babahan, toplumdaki egemenliğini tesadüfe bırakmaz.
Anahana açıkça
saldırmazsa bile, her insanı doğduğu günden, öldükten sonraya dek, sağlı sollu
nöbetçiler altında omuzlarından yakalayıp güder.
İlhanlık dini
sırasında, Türk toplumunun, yakındoğu medeniyetiyle, masal biçiminde de olsa
teması kurulmuştur.
Irak inançlar’ının müslümanlığa yankılanan
“Münkir – Nekir”i: Yayucu-Körmöz adıyla, “Cennet-Cehennem”i: Ak – kara adıyla
Türk toplumuna işlemiştir.
Türk illerinde
bulunmayan katran kazanlarıdan Istarte – Ayzıt’a dek bütün Medeniyet sembolleri
Türk toplumu içine sürülmüştür.
Bu bakımdan
İlhanlık dini, Türk toplumunun kendi iç gelişimini çabuklaştırıp paraleline
alan dış etkilerle çok ilgilidir.
ÇOBANLIKTA DEMİR ÇAĞI
Irak’ta yahut Çin
de toplum Tarım ekonomisine girmiştir; Türk ili henüz Çobanlık ekonomisini
aşamamıştır.
Tanrılar da, onun
için, Grek dünyasındakiler gibi Çoban kılıklarını saklarlar: “Ayzıt’ın halini
ilahiler şu suretle tasvir ederler: “Başında kürkten bir kalpak, çıplak omuzlarında
beyaz kürkten bir pösteki ayaklarında, baldırlarına kadar siyah çizmeler.
Bu hal ile bir kayaya yaslanarak uyuduğunu,
yahut ormanda dolaştığını görenin nasıl aklı başında gitmez?”
Akdeniz’in
Afrodit’i ile Orta Asya’nın Ayzıt’ı arasında, iklim değişikliklerine uygun bu
kadarcık farklar olur.
Bütün o dış
etlkilere rağmen, Türk toplumu içinde dış Medeniyetlerin çökertici ve
aşağılatıcı sınıf zıtlıkları sokulamaz: “Çinliler çifçi bir millet oldukları
halde, Türkler çoban bir ulus idiler.
Çinlilerde cinsel
bir iş bölümü olduğu halde, Türklerde, tersine her iş ancak erkekle kadının
ortaklığı ile tamam olabilirdi.
Türklerde kadın
tabu değildi.
İçeriden evlenme
bunun belgesidir.”
Ayrıca, yukarı
Barbarlığın bile yalnız Demir gibi teknik elemanı Türk toplumuna girdi.
Böyle demirden bir
tekniğin erkek eline geçişi Babahanlığı müthiş güçlenirdi.
Oğuz töresince
kurulmuş az çok barışçıl ilkel sosyalizm düzenini büsbütün savaşçıl kıldı.
O zaman sosyal yapı ile, üst kat
ilişkilerinde, demire paralel yukarı Barbarlık değilse bile, İlhanlık dünya ve
din düzeni doğdu.
İLHANLIK POLİTİKASI
: Açıkça İL’lerin birbirlerini boyunduruklaması idi.
“İlhanlık dini, bir
İl’in öteki İl’leri ve Budunları cebren kendisine tabi etmesiyle başlar.
Çünkü bu siyasi değişiklikten,
toplumlar içinde: Hakim ve mahkum, hür ve esir olmak üzere iki eleman ürer.
Hakim olan İL
Ak’tır.
Kişileri de Ak
Kemikliler zümresini teşkil eder.
Mahkum olan Budunlar kara’dır.
Bunlara kara Ulus,
Gün, oymak ta denilir: “İl’in ulusunu aldı gitti, il’e Gün e karşı, il oymak”
gibi.
“Bir İl’in başka
İl’lere hakimiyeti İlhanlıktır.
Ilhanlıkta yalnız hakim olan İL’in kişileri
SU’dur.
Vatandaş haklarına
sahiptir.
İşte AK ve KARA
kavramları bu teşkilattan sonradır ki, Türk teşkilatında uygulama yeri
bulabildi.”
İLHANLIK DİNİ: Yukarıdaki siyasi zorbalık ve hakimlik – mahkumluk fıili bir
durumda olunca, neden ona uygun bir DİN gerekti?
O durumu muhafaza
etmek için.
Bütün sosyologlar
gibi, onları az çok aktarmaya çalışan Ziya Gökalp’te, toplumun gelişim
basamaklarını göz önünde tutmadığı için, her olayı tersine yorumlar.
Örneğin: “Çinliler
kadına gayet az hukuk verdikleri halde, eski Türkler kadına tamamiyle erkeği
eşit haklar kabul etmişlerdi.
Eski Türk
feminizminin esası bu noktada aranmalıdır.”
Sanki Türkler
oturmuşlar, “feminist” bir ince eğilimle, ve sonradan, kadına hak vermişler.
Oysa Türkler;
bellki Türk olmadan önce, ANAHANLIK hukukunu yaşıyan İlkel Sosyalizmin Aşağı
Barbarlık konağındaki “ALTIN ÇAĞ”larını yaşamışlardı.
“Feminizm” Türklere
sonradan gelmedi, “anadan doğma” bir düzendi.
DEVLET VAR MI?
Bunun gibi, ilkel
Sosyalizmde uzaktan yakından DEVLET adı verilebilecek bir teşkilat yokken, gene
Avrupalı üstadlarının ateşine yanan Z. Gökalp’imiz, daha İL teşkilatı
sırasında, işaret ettiğimiz gibi: “Barış dinini kurmaya ve bunu gerektiren
devlet teşkilatını vücuda getirmeye mebus” TANRI KUTU adlı Arapların
“Peygamber”, Greko – Romenlerin “Yarım tanrı” Kahraman saydıkları kişilerden
konu açar.
Oysa, nerede devlet
varsa, orada İÇ ZOR, DEHŞET, SİVİL SAVAŞ vardır.
İL sözcüğünün BARIŞ
anlamına geldiğini belirten kimse, yarı Anahan, yarı Babahan uzlaşması olan İL
KANKARDEŞLİĞİ teşkilatının doğduğunu bilmeli, ve KAN ÖRGÜTÜ’nün devlet örgütü
ile taban tabana zıt bulunduğunu anlamalıdır.
Devlet ancak KAN teşkilatının yok olduğu yerde
sahneye çıkar.
Gerek İL dininin,
gerekse İLHANLIK dininin ortaya çıkış nedenlerini ararken bu sosyal gerçek
unutulamaz.
Türk toplumunun ne
İL teşkilatı, ne İLHANLIK teşkilatı DEVLET değildir.
Bütün insanların
eşitçe silahlı bulundukları ve katıldıkları KAN teşkilatıdır.
Türk toplumunda,
Devlet bulunmadığı için, henüz kimse, kimsenin üzerinde zorla egemen olamaz.
Yenilen İL, ya bire
dek yok edilir, yahut yenen İL içine katılır.
Katıldığı zaman da,
silahından tecrit edilmesi akla gelmez.
Yalnız, Türk
toplumunun her KAN’ı, yenilince, bunu insanüstü bir alınyazısı sayardı.
Yenen de, yenilen
de daha önce allahlar: YERSULAR değil miydi?
Tanrılar arasında geçmiş bir hesaplaşmadan, ne
yenilen, ne yenen, ne kendisini, ne başkasını sorumlu saymazdı: “Her Batın’ın
kendi Yersu’su, aşiretin Ogan’ında daha çok nüfuzlu idi.
Bundan dolayıdır
ki, Batın’lar arasıda Kan davası ve Gazve gibi badireler eksik olmazdı.
Hatta, Batın’ları, özel allahları olan
YERSU’lar gazveye, akına, muharebeye iterdi.
Ogan, aşiretin
sembolü olmakla beraber, bir Barış Allahı değildi.
Ondan ötürü
kavgalara engel olmak onun rolü değildi.
Buna karşılık, her
YERSU, yalnız kendi Batın’ının özel dayanışmasına değer verdiği için, onun
üstün gelmesine çalışırdı.”
Hani burada DEVLET?
İlhanlik çağındaki Türk toplumu için de devlet
yoktur.
Devlet olmayınca,
toplum insanlarının çoğunluğunu silahsızlandırıp, bir avuç azınlığı
silahlandırmak ve karşı geleni sinderecek Hapishaneler bulundurmak, o zamanki
Türk toplumunun bilmediği şeydi.
Allahı ile birlikte yenilip, yenen Kan’ın
içine katılmış Kan, onunla bir Federasyon kurardı.
Anahanlık çağında,
baskı ve zor Toplum içine sığmadığı için, yenen BOY “Sağ” Kol, yenilen BOY “Sol”
Kol sayılmakla yetiniliyordu.
İlhanlık çağında,
Demir’i de ele geçiren Babahan, İL çağındaki yumuşak, kadın – erkek melez
güdümünden çok daha baskı ve zor kullanma firsatını bulmuştu.
Ama, SOY egemenliğini sürdürecek hiçbir siyasi
teşkilatı yoktu.
Devleti yoktu.
Kan teşkilatı
vardı.
Kan kardeşleri
arasında üstlük, astlık silah gücü ve hapishane zoru ile sağlanmazdı.
Tek yol kalıyordu:
TANRICILIK, DİN.. İnsanları Toplum kurallarıyla SİLAHSIZLANDIRMA imkansız
olunca, “Kafadan gayrımüsellah” yapmak halk deyimi ile: RUH ve DÜŞÜNCE, Mantık
ve ahlak bakımından altlık – üstlük düzenine alıştırmak gerekiyordu.
Din: manevi Devlet’ti.
Türk toplumunda
sosyal sınıf olsa hemen o açıdan kanunlar çıkarılır, Yunan kentlerinde ki Tiran
oyunlarıyla, bir avuç silahlı adam, nüfus çoğunluğunu Köle durumuna getirir ve
idare ederdi.
Türk toplumunda ne Köle, ne Efendi yaşayamazdı.
Geriye, yenenlerin bir YERSU veya SOY
üstünlüğünü tanımak ve sürdürmek kalıyordu.
Üstün geliş,
Tanrıcıl bir olay değil miydi?
Toplumda bir SOY’un
üst sayılışı da, Allahın çizdiği alın yazısı olabilirdi.
Herkesin Kan
kardeşi sayıldıği bir Toplum düzeninde: Üstlük, astlık kimseyi sömürme aracı
olmadığı, tersine, her an kopabilen savaşlarda bir disiplin ve teşkilat
hiyerarşisi sağladığı için, SOY üstünlüğü, yenilmiş alt insanlarca bile, tabii
ve yararlı bir kutsallık sayılabilirdi.
Yersu’ları,
Ongun’ları ile varlığın natürel ve sosyal dört bucağını canlar, allahlarla
doldurmuş bulunan ilkel Türk toplumu kadar bu yönde gelişmeye elverişli toplum
bulunamazdı.
Onun için İL dini
gibi, İlhanlık dini de, neredeyse kimsecikleri tedirgin etmeden, yenilenlerle
yenenleri birbirlerine katmaksızın kaynaştıran yaşama yasası oldu.
Konu bu açıdan ele alınınca, olağanüstü açık
bir gelişim gösterir.
“İlhanlıkta, bir İL
AK – KEMİK tanılıyor.
Ötekileri KARA –
KEMİK sayılarak, bu İl’in uyduluğu altına giriyorlar…
Hakim olan İl, velayet’i ammeyi haiz olmak
üzere, kutsal olmak gerekir.
Kutsal olmak için
de, bir Totemin veya bir Allahın sülalesinden gelmesi şarttır.
Allah, kadınlara ya
bir nur sütunu yahut bir hayvan ve kimi de bir insan biçiminde tecelli eder.
Kadın,
Allah-çocuklar doğurur.
Bunlardan türeyen
bir İL, hakimiyeti velayet’i ammeyi haiz sayılır.”
YERİN GÖĞE ÇIKIŞI
Toplumdaki yeni
düzen çarçabuk, Homer’in, Heziod’un Yunan Tarih öncesinde yaptıklarını
tekrarlar.
Ozan’lar, Kam’lar,
Koyun’lar, Ongun (Totem)’ler, Alp (Kahraman)’lar, Yersu’lar, Çığı’lar, Çar
(yabancı ruh)’lar, Süyek (Kemik)’ler, Yatır (Eşik)’ler, Tin (fizyolojik
can)’lar, Eş (Tüm varlıktaki can)’lar, Sör (soluyan varlıktaki can)’lar,
Atasağun (Beden helkimi: Otacı)’lar, Çör (sör: cin)’ler; Mana (kutsalık)’lar ne
güne duruyor?
Hepsi birbirine karışır.
Tavuk – At – Tavşan
– Öküz – İt (pars) – Domuz (sıçan) – Maymun – Yılan – Sıçan – Pars-Koyun – Timsah
gibi çoğu hayvanı, Fusuk (çam) – Hoş – Ardıç gibi ağaç Totem’lerin bin
yıllardan beri işlediği cinsel yasaklardan doğma duygu yücelişleri: AŞK ve ÜLKÜ
aşırılığı, çarçabuk yerden göğe yükselirken; yeryüzünden yerin dibine de
alçaltmalar: KİN ve LANET’ler belirir.
Şamanlık’ta: her
yer ACUN (Orta dünya) ve herşey MANA (Kutsal) iken, İL Dini’nde: ACUM’a AŞAĞI
GÖK deyip, KARA kişiler oturtuldu; AK kişiler (Babahan hukuklu Kan’lar) için
ayrı bir YUKARI GÖK icat edildi.
Kutsallık
bakımından yeryüzü ile gökyüzü arasında pek açık fark konulamıyordu.
İLHANLIK Dini’nde: Babahanlık şartsız kayıtsız
egemen olduğu için, alt ettiklerini püskürteceği, medeniyetin “cehennem”ini
hazırlayan, bir kapkara AŞAĞI GÖK icat etti: “aşağı sema, İlhanlık dini
teşekkül ettikten sonra tasavvur edildi.
Altay Türklerinde bunun katları 7, yahut
9’dur.
Aşağı’daki Sema’nın da kendine mahsus güneşi
vardır.
Fakat, bunun rengi kapkara olup, siyah nurlar
saçar:”
İlhanlık çağında
Türk toplumu henüz Göçebelik düzeyinde Kent çağına girmek üzereyken, ilişkili
bulunduğu Medeniyetlerce geliştirilen DEMİR’e kavuşmuştu.
Babahanlık, bu
sayılı egemenlik silahını da kutsallaştırmakta ve törenlemekte gecikmedi.
Şamanlıkta 4
mevsimde bir yıl ortası kurbanları için, İl dininde 24 boy’a kendi ayrı
Sökün’ünden yediren Şölen için törenler yapılırdı: “İlhanlık devrinde demir
ayini vardı.
Bunlar büyük
ibadetler olup, ayrıca da her allah için kurbanlar kesilirdi.”
TÜRKLERDE KENTLEŞME
Hz. Muhammed, İslam
dinini “Müvahhid” (tek tanrılı) saydığı İbrahim geleneğine bağladı.
Kur’an’ın bu
metodunu, İslam tarihçileri, Müslüman olarak Türk toplumlarına uyguladılar.
Türkler için
Arapların İbrahim’ini andıran bir “Müvahhid” icat etmek zorunda kaldılar.
Onu, atalara tapan
Türk toplumu geleneğine uyarak, Oğuz Han diye kişileştirilen, OĞUZ Kan’ında
buldular.
Öylesine ki, Oğuz
Kan’ını İbrahim ile yaşıt yapmaya dek gittiler.
Oğuz adlı gerçek
bir Kahramanın etiyle kemiğiyle yaşayıp yaşamaması önemli değildir.
Oğuz varlığı,
Uzak-Yakın Doğu medeniyetleri arasındaki alış – veriş yolları üzerine, (tıpkı
Irak – Mısır medeniyetleri arasındaki İbrahim adına bağlı Semit Orta Barbarları
gibi), yığılmış Göçebe toplumların sembolü idi.
Yazı binlerce yıl
önce keşfedilmiş olabilir.
Ortaasya toplumları
o düzeye, yazıyı kullanmaya varabilmek için, önlerinde aşılacak bir toplum
basamağı ile karşılaştılar.
O basamak, Akdeniz
Greko – Romen toplumlarını Yukarı Barbarlık konağında içine girdikleri
KENTLEŞME çağıdır.
Tarih öncesindeki
kutsal toplum Ulularını, sınıflı Medeniyetlerin zorba kralları ile
karıştıranlar, Türk toplumunu sosyal değişiklik sembollerin, kral sülalelerinin
değişmesi biçiminde gösterirler.
“Müslüman” sayılan
Oğuz Han zamanında “Müvahhid”liğe (tek tanrılığa) benziyen şey, 24 Kan’ın
birleşmesiydi.
Oğuzlar, Müslüman
olmak şöyle dursun, henüz Kentleşmemiş Göçebelerdi.
Türk toplumu için
kentleşme, İslam tarihçilerine de, Oğuz töresinde (Türklerin Türk adını
alışlarından çok sonra başlamıştır. )
“Oğuz Han öldü.
En büyük oğlu Gün
Han, atası vasıyeti ile onun yerine geçti.
Ve dahi atası
itikadı üzere idi.
Kuzey ve Doğu
ülkelerini adi ile imaret edip, onun zamanı, Türkistan’da ve başka yerlerde
nice şehirler yapıldı, ve bu ol kraldır ki, Türkistan’da saltanat törenini ve
hışi tertibini tayin edip öteki kardeşlerinin orta yerinde Tamga koydu.
Ta ki, hiçbir işte
buna muhalefet itmiyenler.”
“Vakta ki Gün 70 yıl padişah oldu, ol dahi
bekaa evine göçtü.
Anın dahi en büyük oğlu Kay Han atası yerine
geçti…
Saltanat bunun
elinde ve çocukları elinde karndan karna batndan batna kalup…”
Oğuz adı gibi Gün
adı da gerçek kişi değil, öteki Kan’ları İL ölçüsünde birleştirmiş, Anahanlığın
egemenliğine erkeğin Babahanlığını da katmış birer Kan teşkilatına ve töresine
semboldürler.
Oğuz Kan’ından bir
kuşak sonra, Türk toplumu Kentleşmeye başlar.
Henüz ortada İslamlık bile yoktur.
Ancak İsa’nın
doğumundan sonraki 7.ci yüzyılbaşlarında, 622 yılı Hz. Muhammed’e Tanrı
elçiliği geldi.
Bu elçilik:
Yeryüzünün Yakındoğu ana medeniyetlerini boğan ve dünya ana ticaret yollarını
leşleriyle tıkayan Fars ve Bizans İmparatorluklarını temizlemek için verilmiş
bir kutsal görevdi.
Bizans, sık sık
Barbar aşıları aldığı için, ara sıra dirilişe uğratılıyordu.
Fars, hem Yakındoğu
medeniyetinin ticaret şahdamarı üzerine oturmuş, hem yüzyıllardan beri Barbar
aşısı yemediği için kan kıran olmuştu.
Önce Tarih
sahnesinden Fars kaldırılacaktı.
Çünkü yeryüzünün en büyük iki kadim medeniyet
ocağı (Yakındoğu ve Uzakdoğu) arasındaki tıkanıklık açılmadıkça insanlık rahat
nefes alamayacaktı.
İşte o zaman,
birbirlerinden hiç haberleri yokken, güneydoğuda Hicaz Araplığı ile,
kuzeydoğuda Orta Asya Türklüğü arasında, konuşulmadık bir işbirliği baş
gösterdi.
Tıkanan en büyük Orta Cihan Ticaret Yolu’nu
güneybatı ucundan Araplar, kuzeydoğu ucundan Türkler zorlamaya giriştiler.
Araplar da, Türkler de ansızın Batı dünyasının
Tarihine giriyorlardı.
Sosyal düzey bakımından Araplar önde: Yukarı
Barbarlık konağına erişmiş, Medeniyete atlamak üzere idiler.
Türkler, onlardan
bir basamak geride: Göçebe Çobanlık konağında, henüz Kentleşmeye geçmek üzere
idiler.
Bu sosyal ve
tarihcil ve coğrafyacıl nedenlerle: Orijinal İslam medeniyetini kurmak
Araplara, bu kuruluşu bilmeden de olsa savunmak Türklere düşüyordu.
O zaman, Oğuz Han,
Gün Han gibi efsane kişilikleri yerine, ilk gerçek Türk kişilerinin adları
belirdi.
Bunu İslam
tarihçileri yazdılar: “Sonraki zamanlar Meysereden Oğuz oğlu Salur nesline
geçip, bunlarınla Fars krallarının Kisraları arasında Muhammed peygamber
günlerinde, cahiliyette çok savaşlar oldu.”
İlk Tarihcil Türk
toplumu – Arap toplumu buluşması böyle oldu.
En büyük Cihan
ticaret Kervanlarının güneybatıdaki UMMAN YOLUNDAN Araplar, kuzeydoğudaki İPEK
yolundan Türkler davrandılar.
Türkler, İbrahim
zamanındaki Göçebe Semitlerin sosyal düzeyinde idiler.
Araplar, kendilerinden önce Greklerin,
Romalıların ulaştıkları bezirgan Kentlerdeki düzeyde idiler.
Türkler, aşiret
göçleriyle, Toplum olarak, İbrahim Sıptları gibi, iki Uzak-Yakın Doğu
medeniyetleri arasında gelişigüzel trampa yapıcı idiler.
Araplar,
Finikeliler, Grekler, Romalılar gibi, düzenli, sürekli ve bilinçli yarı korsan,
yarı gazveci büyük ticaret alışverişi yapıyorlardı.
Irak ve Suriye
sınırları üstünde, Gassan ve Hıyre adlı serhat Arap devletçikleri kurulmuştu.
Bu Arap
devletçikleri, Bizans – Fars büyük medeniyetleri arasındaki kısır savaşlarda
paytak rolünü oynayıp, tabanı hazırlamışlardı,
Yeryüzünde en işlek
ticaret yollarının şahdamarı IRAK – SURİYE içinde atar.
Bu iki gelenekçi
dört yol ağzı Arapların elindedir.
İslamlık, işlek
ticaret antreposu ve kervansarayı olan Mekke – Medine gibi hicaz kentlerinden
kalkışıp yürüyünce, Suriye ile Irak yolları kendiliğindenmişçe önlerinde
açılacaktır.
Özellikle Fars
medeniyeti, İslam yumruğu ile, bir vuruşta iskambil kağıdından şatolar gibi
yıkılıverdi.
Bu yıkılış tesadüf
değildir.
“Mucize” iki yanlı
vuruşla başarılmıştır.
İslam Araplığı,
Yakındoğu medeniyetlerinin geliştirdiği evrencilik ülküsünü bayraklaştıran
yukarı Barbarlık savaşçılığını yaman dinamizmi ile atılırken, Orta Asya’da
Göçebelikten Kentleşmeye doğru gelişen taptaze Türk gücünü, kendiliğinden, pek
düşünmeden, fakat sezerek kendisiyle ortak bulmuştur.
Muhammed’in doğduğu
gün İslam efsanesinin saydığı olağanüstü olaylar (göllerin kuruması, ırmakların
yatak değiştirmesi,), o sezginin zamane alametleriydi.
Güneybatıdan
Arap-İslam, kuzey doğudan Türk-Şaman akınlarıyla iki ateş arasına düşen Fars
imparatorluğu, yıldırım savaşları ortasında yıkılmayıp ta ne yapacaktı?
TÜRK – MÜSLÜMAN SİLAH ARKADAŞLIĞI – DÜŞMANLIĞI
Arap – İslamlığı
ile Türk – Şamanlığı, savaş alanında, danışıkli imişçe ve andlaşmışça
birbirlerine omuz verdiler.
Peygamber
Muhammed’in Türkler üzerine iyi şeyler söyleyen Hadis’leri anlamlıdır.
Arada,
sözleşilmemiş bir Arap Türk ittifakı vardı.
Ortak düşman Fars
imparatorluğu yıkılır yıkılmaz, Arap dini ile Türk dini birbirlerine dost ve
müttefik ellerini uzatmış durumda idiler.
İki taraf ta, insanlığın, temiz, güçlü İlkel
Sosyalist gelenek ve göreneklerini yaşıyorlardı.
Çökmüş Medeniyet
maddesini çapul etme pratiği, karşılıklı ülkücülüklerini kaynaştıracak mıydı?
İlk silah
arkadaşlığının balayı çabuk geçti.
Araplarla Türkler arasında talan edilen Acem
İmparatorluğu yıkılınca, işler değişti.
İslamlığın ilk
ülkücü çağı olan Hülefa’i Raşidin zamanı, Halife Osman kumandanı Said
İbni-I’As’a para ile barış yaptırttı.
Bu, Arap – Türk silah arkadaşlığına karşı
gösterilmiş son saygı oldu.
Bezirgan
saltanatını bütün kalleşliği ve korkunçluğu ile hortlatan Emeviye hükümdarlığı
ile birlikte işler tersine döndü.
Arap İslamlığı,
Acem saltanatını Orta Asya’dan geçen İpek Yolu’nu açmak için yenmişti.
Şimdi ise bu yolun
üstünde Türkler duruyordu.
Araplar, Türklere
karşı hemen Acemlerle el ele verdiler.
Halife Yezid
zamanı, Cürcan ülkesi savaş alanı oldu.
Karşı taraf, üzerlerine
gelmiş bulunan “Yezid’in askerinden bulduklarını katlettiler.”
Buna karşılık,
Yezid tarafı, kale kapıcılarını parayla satın almanın yolunu buldu.
O sayede esirler,
mallar, kumaşlar “Acem başkanlarının ve Arap kumandanlarının ellerine geçti.”
“Beş fersah
mesafeye dek darağaçları diktiler…
Esirleri bir
değirmenin harkı kenarına götürüp, koyun gibi boğazladılar.
Akan kanla değirmen
döndü ve ol değirmenin unundan ekmek pişirip Yezid’e yedirdiler.”
Yıl 680’den sonralarıydı.
İslamlığın kuruluşu üzerinden yüz yıl
geçmemişti.
İslam Arap –
Acemler kan cümbüşü ile Türk avına çıkmışlardı.
Henüz Cengiz ve
Timur’ların karşı taarruzlarından uzaktı.
Fakat, İslamlık
saltanata düştükçe, kendi mezar – kazıcılarını Türkler arasından çağırmamazlık
edemeyecekti.
Hişam bin Abdül – Melik zamanında: “Cerrah İbni Abdullah, Hazer vilayetine
varıp, çok kimseleri kati ve gaaret ve esir idüp Azerbaycan’a giri döndükçe,
Gor hükümdarı Hakan’a ve Türk sınıflarına haber gönderip… yardım istedi.
Hakan ve öteki Türkler 100 binden ziyade
toplandı…
Hakan’ın oğlu bile (birlik) idi…
Müslümanlar
yenilgiye uğradılar. Türk askeri Azerbaycan’a geldiler.”
Müslümanlıkla
Türkler arasında o kanlı med ve cezirler Cengiz ve Timur çağına dek sürecektir.
Ve Arapça tarihler Türkleri Cengiz çağında
bile “soysuz” olmakla suçlayacak ve şöyle tasvir edeceklerdir: “Türk adını alan
Ye’cüc Mecüc’ün artıklarıdırlar.
Yabani hayvan gibi
kolay yaşarlar.
Topunun da ne
hakimleri, ne dinleri, ne itikatları vardır.
Puta, güneşe,
yıldızlara taparlar: Haram’ı, helal’i bilmezler.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder