8 Ekim 2022 Cumartesi

 RÖNESANS VE SİYASET - 2

 

Ortaçağ’da objektif bir doğal hukukun iyi ve doğrunun normunu belirlediği kabul ediliyordu ve bu kral ya da imparatorlar için de geçerliydi. 

Toplum genellikle karşılıklı sözleşmeye dayanan bir cemiyet olarak görülürdü ve egemen olan toplumdu, devletin başı değil. 

Rönesansın sonunda devletin mutlak iktidarı kozmopolit bir imparatorluğun değil, bir ulusal devletin mutlak hükümdarının ellerinde bulunuyordu.

Machiavelli bir liderin yozlaşmış bir toplumda iktidarı nasıl ele geçirebileceğine ilişkin teorileriyle bilinir.

 Machiavelli’nin siyaset teorisi bir hükümet mekaniği öğretisidir. 

İnsanın bencil olduğu önkabulunden yola çıkar. 

Kıt kaynaklar bireyler arasında çatışmaya neden olur devlet ise bu diğerlerinin saldırısına karşı bireyin korunma ihtiyacından doğmuştur.

 Halkın güvenliğini sağlamak için güçlü bir hükümdara gereksinim vardır. 

Siyasette son antik Yunan ve Orta Çağ’da olduğu gibi iyi yaşam değil, iktidarı kazanıp, elinde tutmak ve böylece iktidarı sağlamaktır. 

Başka her şey, ahlak ve din de dâhil olmak üzere, araçtır. 

Machiavelli’ye göre varolan hukuk ve aklak mutlak ve evrensel değildir, bir hükümdarca kurulmuştur.

 Hukuk ve ahlak hükümdar tarafından kurulduğuna göre hükümdarın kendisi bunların üzerindedir.

 Tek bir ahlak vardır o da hükümdarın iradesi. 

Hükümdarın halk üzerinde etkin olmasına çalıştığı ahlakın normatif bir anlamı yoktur. 

Bu sadece hükümdar için siyasi bir araçtır.

 Hükümdarın kendi davranışının ahlaki tarafı ise toplumdaki istikrarı muhafaza etmektir.

17. yy’ın önemli siyaset teorisyenlerinden olan Thomas Hobbes’un (1588-1679) yaşadığı dönemde, asillerin eski ayrıcalıklarını kaldırıp huzur ve düzeni sağlayabilecek, müşteri ve rakiplerin ticaret anlaşmalarına bağlılıklarını garanti edebilecek güçlü bir krala ihtiyaç hissediliyordu denilebilir.

Hobbes, ilhamını doğa bilimlerinden alır. 

Evren mekanik olarak hareket eden maddi parçalıklardan oluşmaktadır. 

Hobbes’un düşüncesine göre toplumu benzer şekilde parçalara bölmek, parçaları incelemek ve sonra birbirleriyle nasıl ilişkilendiklerini ve nasıl işlediklerini görmek için geri yerlerine koymaktır. 

Hobbes bütünü parçalara indirgemez. 

Fakat bütünün işlevsel birlikleriyle olduğu gibi, parçaları ve bunların özellikleriyle anlaşılabileceğini söyler. 

Hobbes bu noktada derinde yatan açıklayıcı bir ilkenin peşindedir.

Hobbes kısmen işlevselci (fonksiyonalist) bir açıklama peşindedir. 

Hobbes toplumsal olguları açıklarken toplumu oluşturan parçaların işlevsel bağlantısını bulmaya çalışır. 

Hobbes devleti mümkün kılanın ne olduğunu sorgular.

 Bunu cevaplamak için durumu tersine çevirir ve devlet olmasaydı insan hayatı nasıl olurdu onu hayal etmeye koyulur. 

Bunun içinde ‘doğal hal’ doktrininden faydalanır. 

Bireyler hayatta kalmak için birbirleriyle mücadele içindedirler. 

Hayatta kalmaya kendi özlerini muhafaza etmeye çalışırlar . 

Dayanışma, cemaat gibi diğer olguları da bireyin kendi özünü muhafaza etmesine istenciyle açıklanmalıdır der.

 Burada Hobbes’un toplumsal olguları psikolojik nosyonlar vasıtasıyla açıklamaya çalıştığı da söylenebilir.

 Hobbes; Aristo ve Platon’dan farklı olarak insanoğlunu doğası gereği politik bir hayvan olarak görmez. 

Sözleşmeye taraf olurken aslında kendi öz çıkarını kollamak ister. 

Hobbes’a göre, toplumun kendi çıkarlarını kollayan bireyler arasındaki anlaşmanın bir ifadesi olduğunu söylenebilir bu bağlamda toplum, aklın kabul ettiği bir toplumsal sözleşme üzerine inşa edilmiştir denilebilir.

 Toplumsal sözleşme toplumu oluşturan şeydir. 

Siyasette ve genelde toplumsal yaşamdaki toplumsal olguları açıklar. 

Devlet bu sözleşmeyle kurulur. 

Hobbes’a göre sözleşme herkesin özgürlüklerini bir devlet organına bırakması fikrine dayanır.

Devlet tüm meşru fiziksel kuvvetin bir organda toplanması olgusuyla tanımlanır. 

Fiziksel kuvvet olmadan sözleşme de bozulabilir. 

Fiziksel kuvvet herkes için yaşam ve sağlığı güvence altına almak için anılan sözleşmeyi insanların bozmasını engelleyebilecek tek unsurdur. 

Devleti yaratan sözleşme hükümdar ve halk arasındaki bir sözleşme değildir. 

Bireyler arasındaki bir sözleşmedir. 

Bireyler hükümdara özgürlüklerini teslim ederler. 

Dolayısıyla hükümdar mutlak egemendir. 

Devlet ve monarşi bireyler için özün muhafazasını güvence altına alan yegâne araçlardır.

Klasik doğal haklar felsefesinde doğal hukuk ideal bir şeydir ve insanın üzerindedir.

 Bunlara ulaşmak için çaba göstermek gerekir. 

Hobbes’a göre ise doğal hakları bireyin benlikçi doğası ile açıklanır.

Aristo’ya göre temel değişim kavramıpotansiyelin gerçekleşmesini gerektiriyordu. 

Hem etken hem de ereksel neden vardı. 

Hobbes’ta ise tek bir neden vardır o da etken nedendir. 

Siyasi ve toplumsal ilişkiler tekil psikolojik özelliklere bağlar ve toplumu maddi öğelere ve bunların mekanik hareketlerine indirger. 

Bir kez altta yatan unsurlar ve güçlerin neler olduğunu belirledikten sonra toplumu yeniden inşa edebiliriz.

Eğer der Descartes, felsefe tümdengelimli bir sistem olacaksa tamamen kesin doğru önermeler bulmalıyız çünkü tümdengelimli bir sistemde eğer önermeler kesin değil ve sadece yarı doğruysa sonuçların (teoremler) pek bir değeri yoktur. 

O halde mutlak biçimde kesin olan önermelere nasıl ulaşılır sorusu gündeme gelir bu sefer. 

Mantıksal olarak kesinliklerinden şüphe edeceğimiz tüm önermeleri süzgeçten geçirip kesin önermelere ulaşma yöntemine metodik şüphe denir yani tümdengelimli bir felsefi sistemde öncül olamayacak tüm ifadeleri eleme metodu. 

Fakat metodik şüphenin de önkabulleri yok değildir: Düşünen bir özne. 

Descartes’a göre şüpheye son verecek kesinlik düşünen bireyin kesinliğdir . 

Felsefe, duyusal idrak, ve mantıksal muhakemelerden hiçbiri kesin bir öncül olamaz.

 Oysa insan kendi bilincinden ve kendi varlığından şüphe edemez. 

Her şeyden şüphe etse bile şüphe ettiğinden şüphe edemez.

Descartes’ın başlama noktası, kusursuz bir varlık anlayışıdır. 

Bu anlayış bir idea gibi hep vardır . 

Ancak kusursuz olan bir şey ilk neden olabilir. 

Etki nedenden daha büyük olamaz. 

Tanrı vardır ve kusursuzdur; Tanrı ilk nedendir.

Madde ve Ruh diye iki farklı olgu olduğunu belirtir. 

Madde tek başına mekanik olarak anlaşılır; ruh ise akılla kavranabilir. 

Peki Tanrı’ya rağmen insan neden yanılır o halde? 

Düşünce ve duygular kendini sunan şeyler analiz ederken her zaman sistematik ve eleştirel bir tarzda ilerlemez. 

O halde aklımızı eleştirel olarak kullanmamız gerekir. 

Duyularımızla algıladıklarımız pratikte yarar sağlar ama aklın eleştirel süzgecinden geçmelidir öncelikle.

Hobbes ve Descartes arasında şöyle bir fark var: Hobbes, hem zihinsel olguların hem de niteliklerin materyalist ve mekanik nedensellikle açıklamaya çalışır ; Descartes ise, doğa materyalist ve mekanik nedenlerle açıklanabilse de ruh bu şekilde açıklanamaz.

Ama bir yandan da beden ve ruh arasındaki ilişkiyi sorunsali gündeme geliyor. 

Bu noktada beden ve ruh arasında bir nedensellik ilişkisi yoktur diyenler de mevcut ya da her ikisi de aynı gerçekliğin farklı görünüşleri diyen de mevcut.

Pascal ise daha şüpheci yaklaşıyor Tanrı’nın varlığına. 

Dini inançları ne çürütebilir ne de ispatlayabiliriz. 

Bu bir varoluşsal tercihtir.

Vico’ya göre ise biz sadece kendi yarattıklarımız hakkında açık ve kesin bir bilgi sahibi olabiliriz. İnsanın yarattığı tanrının yarattığından ayrıdır. 

Doğayı insan değil de Tanrı yarattığına göre onu sadece Tanrı tamamen anlayabilir. 

Doğa süreçlerini tarif edebilir ve fiziksel fenomenlerin deneysel durumlarda nasıl davranacağını açıklayabiliriz; ancak doğanın niçin böyle davrandığına ilişkin idraki asla elde edemeyiz.

Vico beşeri bilimler ile doğa bilimleri arasındaki farkın sadece 2 metoddan ibaret olmadığını, iki disiplin türünde biliş nesnesi ve biliş öznesi arasındaki farklı ilişkileri de içerdiğini söyler.

 Beşeri bilimlerde doğa bilimlerindeki gibi bir özne/nesne ayrımı yoktur. 

Beşeri bilimlerde araştırmacı belirli anlamda kişisel olarak diğer insanların yaşam ve faaliyetlerindeki bir katılımcıdır.

 Vico, bireyselci tarihselci ilkeyi ilk dillendiren kişidir.

 Yani her kültür ve devir kendine has ve eşsizdir.

Spinoza (1632-1677), da klasik rasyonalist olarak tabir edilen düşünürlerdendir. 

O da Descartes gibi geometriden esinlenmiştir. 

Spinoza insan aklının teoremler ve tümdengelimli çıkarımlarla mutlak biçimde kesin bir idrake ulaşabilme yetisinin olduğunu düşünüyordu.

 Kesin idrak vardır. 

Çünkü Bilgi edinmenin ilk 3 yolunun bizi en yüksek bilgiye ulaştıramayacağını büyük bir kesinlikle sezebiliriz .

-Stoacılarla bağlantısı var denilebilir. 

Spinoza’ya göre insanı hakiki mutluluk ve dinginliğe erişmekten alıkoyan büyük engel tutkular ve duygulardır. 

Fakat tüm duyguları da reddetmez.

 İyi duygular etkinliğimizi artırır.

Spinoza’nın töz kavramı...

·         Töz birdir çünkü dünyada birden fazla töz olamaz.

·         Töz zamanda sonsuzdur.

·         Töz Tanrı’dır

·         Töz doğadır (Panteizm, monizm)

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜTOPYALAR - 1

  ÜTOPYA VE GERÇEKLİK   Sosyalizm on dokuzuncu yüzyıl Avrupa’sının üzerine bir ütopya olarak çökmüştür. Bu ifade, kesinlikle şu iki t...