RÖNESANS VE SİYASET - 2
Ortaçağ’da
objektif bir doğal hukukun iyi ve doğrunun normunu belirlediği kabul ediliyordu
ve bu kral ya da imparatorlar için de geçerliydi.
Toplum
genellikle karşılıklı sözleşmeye dayanan bir cemiyet olarak görülürdü ve egemen
olan toplumdu, devletin başı değil.
Rönesansın
sonunda devletin mutlak iktidarı kozmopolit bir imparatorluğun değil, bir
ulusal devletin mutlak hükümdarının ellerinde bulunuyordu.
Machiavelli
bir liderin yozlaşmış bir toplumda iktidarı nasıl ele geçirebileceğine ilişkin
teorileriyle bilinir.
Machiavelli’nin
siyaset teorisi bir hükümet mekaniği öğretisidir.
İnsanın
bencil olduğu önkabulunden yola çıkar.
Kıt
kaynaklar bireyler arasında çatışmaya neden olur devlet ise bu diğerlerinin
saldırısına karşı bireyin korunma ihtiyacından doğmuştur.
Halkın
güvenliğini sağlamak için güçlü bir hükümdara gereksinim vardır.
Siyasette
son antik Yunan ve Orta Çağ’da olduğu gibi iyi yaşam değil, iktidarı kazanıp,
elinde tutmak ve böylece iktidarı sağlamaktır.
Başka
her şey, ahlak ve din de dâhil olmak üzere, araçtır.
Machiavelli’ye
göre varolan hukuk ve aklak mutlak ve evrensel değildir, bir hükümdarca
kurulmuştur.
Hukuk
ve ahlak hükümdar tarafından kurulduğuna göre hükümdarın kendisi bunların
üzerindedir.
Tek
bir ahlak vardır o da hükümdarın iradesi.
Hükümdarın
halk üzerinde etkin olmasına çalıştığı ahlakın normatif bir anlamı
yoktur.
Bu
sadece hükümdar için siyasi bir araçtır.
Hükümdarın
kendi davranışının ahlaki tarafı ise toplumdaki istikrarı muhafaza etmektir.
17.
yy’ın önemli siyaset teorisyenlerinden olan Thomas Hobbes’un (1588-1679)
yaşadığı dönemde, asillerin eski ayrıcalıklarını kaldırıp huzur ve düzeni
sağlayabilecek, müşteri ve rakiplerin ticaret anlaşmalarına bağlılıklarını
garanti edebilecek güçlü bir krala ihtiyaç hissediliyordu denilebilir.
Hobbes,
ilhamını doğa bilimlerinden alır.
Evren
mekanik olarak hareket eden maddi parçalıklardan oluşmaktadır.
Hobbes’un
düşüncesine göre toplumu benzer şekilde parçalara bölmek, parçaları incelemek
ve sonra birbirleriyle nasıl ilişkilendiklerini ve nasıl işlediklerini görmek
için geri yerlerine koymaktır.
Hobbes
bütünü parçalara indirgemez.
Fakat
bütünün işlevsel birlikleriyle olduğu gibi, parçaları ve bunların
özellikleriyle anlaşılabileceğini söyler.
Hobbes
bu noktada derinde yatan açıklayıcı bir ilkenin peşindedir.
Hobbes
kısmen işlevselci (fonksiyonalist) bir açıklama peşindedir.
Hobbes
toplumsal olguları açıklarken toplumu oluşturan parçaların işlevsel
bağlantısını bulmaya çalışır.
Hobbes
devleti mümkün kılanın ne olduğunu sorgular.
Bunu
cevaplamak için durumu tersine çevirir ve devlet olmasaydı insan hayatı nasıl
olurdu onu hayal etmeye koyulur.
Bunun
içinde ‘doğal hal’ doktrininden faydalanır.
Bireyler
hayatta kalmak için birbirleriyle mücadele içindedirler.
Hayatta
kalmaya kendi özlerini muhafaza etmeye çalışırlar .
Dayanışma,
cemaat gibi diğer olguları da bireyin kendi özünü muhafaza etmesine istenciyle
açıklanmalıdır der.
Burada
Hobbes’un toplumsal olguları psikolojik nosyonlar vasıtasıyla açıklamaya
çalıştığı da söylenebilir.
Hobbes;
Aristo ve Platon’dan farklı olarak insanoğlunu doğası gereği politik bir hayvan
olarak görmez.
Sözleşmeye
taraf olurken aslında kendi öz çıkarını kollamak ister.
Hobbes’a
göre, toplumun kendi çıkarlarını kollayan bireyler arasındaki anlaşmanın bir
ifadesi olduğunu söylenebilir bu bağlamda toplum, aklın kabul ettiği bir
toplumsal sözleşme üzerine inşa edilmiştir denilebilir.
Toplumsal
sözleşme toplumu oluşturan şeydir.
Siyasette
ve genelde toplumsal yaşamdaki toplumsal olguları açıklar.
Devlet
bu sözleşmeyle kurulur.
Hobbes’a
göre sözleşme herkesin özgürlüklerini bir devlet organına bırakması fikrine
dayanır.
Devlet
tüm meşru fiziksel kuvvetin bir organda toplanması olgusuyla tanımlanır.
Fiziksel
kuvvet olmadan sözleşme de bozulabilir.
Fiziksel
kuvvet herkes için yaşam ve sağlığı güvence altına almak için anılan sözleşmeyi
insanların bozmasını engelleyebilecek tek unsurdur.
Devleti
yaratan sözleşme hükümdar ve halk arasındaki bir sözleşme değildir.
Bireyler
arasındaki bir sözleşmedir.
Bireyler
hükümdara özgürlüklerini teslim ederler.
Dolayısıyla
hükümdar mutlak egemendir.
Devlet
ve monarşi bireyler için özün muhafazasını güvence altına alan yegâne
araçlardır.
Klasik
doğal haklar felsefesinde doğal hukuk ideal bir şeydir ve insanın üzerindedir.
Bunlara
ulaşmak için çaba göstermek gerekir.
Hobbes’a
göre ise doğal hakları bireyin benlikçi doğası ile açıklanır.
Aristo’ya
göre temel değişim kavramıpotansiyelin gerçekleşmesini gerektiriyordu.
Hem
etken hem de ereksel neden vardı.
Hobbes’ta
ise tek bir neden vardır o da etken nedendir.
Siyasi
ve toplumsal ilişkiler tekil psikolojik özelliklere bağlar ve toplumu maddi
öğelere ve bunların mekanik hareketlerine indirger.
Bir
kez altta yatan unsurlar ve güçlerin neler olduğunu belirledikten sonra toplumu
yeniden inşa edebiliriz.
Eğer
der Descartes, felsefe tümdengelimli bir sistem olacaksa tamamen kesin doğru
önermeler bulmalıyız çünkü tümdengelimli bir sistemde eğer önermeler kesin
değil ve sadece yarı doğruysa sonuçların (teoremler) pek bir değeri
yoktur.
O
halde mutlak biçimde kesin olan önermelere nasıl ulaşılır sorusu gündeme gelir
bu sefer.
Mantıksal
olarak kesinliklerinden şüphe edeceğimiz tüm önermeleri süzgeçten geçirip kesin
önermelere ulaşma yöntemine metodik şüphe denir yani tümdengelimli bir felsefi
sistemde öncül olamayacak tüm ifadeleri eleme metodu.
Fakat
metodik şüphenin de önkabulleri yok değildir: Düşünen bir özne.
Descartes’a
göre şüpheye son verecek kesinlik düşünen bireyin kesinliğdir .
Felsefe,
duyusal idrak, ve mantıksal muhakemelerden hiçbiri kesin bir öncül olamaz.
Oysa
insan kendi bilincinden ve kendi varlığından şüphe edemez.
Her
şeyden şüphe etse bile şüphe ettiğinden şüphe edemez.
Descartes’ın
başlama noktası, kusursuz bir varlık anlayışıdır.
Bu
anlayış bir idea gibi hep vardır .
Ancak
kusursuz olan bir şey ilk neden olabilir.
Etki
nedenden daha büyük olamaz.
Tanrı
vardır ve kusursuzdur; Tanrı ilk nedendir.
Madde
ve Ruh diye iki farklı olgu olduğunu belirtir.
Madde
tek başına mekanik olarak anlaşılır; ruh ise akılla kavranabilir.
Peki
Tanrı’ya rağmen insan neden yanılır o halde?
Düşünce
ve duygular kendini sunan şeyler analiz ederken her zaman sistematik ve
eleştirel bir tarzda ilerlemez.
O
halde aklımızı eleştirel olarak kullanmamız gerekir.
Duyularımızla
algıladıklarımız pratikte yarar sağlar ama aklın eleştirel süzgecinden
geçmelidir öncelikle.
Hobbes
ve Descartes arasında şöyle bir fark var: Hobbes, hem zihinsel olguların hem de
niteliklerin materyalist ve mekanik nedensellikle açıklamaya çalışır ;
Descartes ise, doğa materyalist ve mekanik nedenlerle açıklanabilse de ruh bu
şekilde açıklanamaz.
Ama
bir yandan da beden ve ruh arasındaki ilişkiyi sorunsali gündeme geliyor.
Bu
noktada beden ve ruh arasında bir nedensellik ilişkisi yoktur diyenler de
mevcut ya da her ikisi de aynı gerçekliğin farklı görünüşleri diyen de mevcut.
Pascal
ise daha şüpheci yaklaşıyor Tanrı’nın varlığına.
Dini
inançları ne çürütebilir ne de ispatlayabiliriz.
Bu
bir varoluşsal tercihtir.
Vico’ya
göre ise biz sadece kendi yarattıklarımız hakkında açık ve kesin bir bilgi
sahibi olabiliriz. İnsanın yarattığı tanrının yarattığından ayrıdır.
Doğayı
insan değil de Tanrı yarattığına göre onu sadece Tanrı tamamen
anlayabilir.
Doğa
süreçlerini tarif edebilir ve fiziksel fenomenlerin deneysel durumlarda nasıl
davranacağını açıklayabiliriz; ancak doğanın niçin böyle davrandığına ilişkin
idraki asla elde edemeyiz.
Vico
beşeri bilimler ile doğa bilimleri arasındaki farkın sadece 2 metoddan ibaret
olmadığını, iki disiplin türünde biliş nesnesi ve biliş öznesi arasındaki
farklı ilişkileri de içerdiğini söyler.
Beşeri
bilimlerde doğa bilimlerindeki gibi bir özne/nesne ayrımı yoktur.
Beşeri
bilimlerde araştırmacı belirli anlamda kişisel olarak diğer insanların yaşam ve
faaliyetlerindeki bir katılımcıdır.
Vico,
bireyselci tarihselci ilkeyi ilk dillendiren kişidir.
Yani
her kültür ve devir kendine has ve eşsizdir.
Spinoza
(1632-1677), da klasik rasyonalist olarak tabir edilen düşünürlerdendir.
O
da Descartes gibi geometriden esinlenmiştir.
Spinoza
insan aklının teoremler ve tümdengelimli çıkarımlarla mutlak biçimde kesin bir
idrake ulaşabilme yetisinin olduğunu düşünüyordu.
Kesin
idrak vardır.
Çünkü
Bilgi edinmenin ilk 3 yolunun bizi en yüksek bilgiye ulaştıramayacağını büyük
bir kesinlikle sezebiliriz .
-Stoacılarla
bağlantısı var denilebilir.
Spinoza’ya
göre insanı hakiki mutluluk ve dinginliğe erişmekten alıkoyan büyük engel
tutkular ve duygulardır.
Fakat
tüm duyguları da reddetmez.
İyi
duygular etkinliğimizi artırır.
Spinoza’nın
töz kavramı...
· Töz
birdir çünkü dünyada birden fazla töz olamaz.
· Töz
zamanda sonsuzdur.
· Töz
Tanrı’dır
· Töz
doğadır (Panteizm, monizm)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder