BABAİ İSYANI VE KARAMAN BEYLİĞİ
Bu makalede, Anadolu tarihinde Tasavvuf perdesi
altında gerçekleşen hareketlerin en eskisi ve en önemlilerinden birisi olan
Babaîler isyanı ve bu isyanın Karamanoğulları Beyliği’nin kurulmasına yaptığı
etki ele alınmıştır.
Moğol istilası sonrası Anadolu’da teşekkül eden uç beyliklerinde, yerleşik
İslamî kalıbın dışında, daha basit bir “Halk İslâmı” anlayışını temsil eden, çoğu
Gayri-Sünni tarikatlara mensup Türkmen Babalarının ve dervişlerinin tesiri
altında bulundukları
hususu öteden beri dile getirilmiştir.
Osmanlılar dâhil beylikler üzerinde ehlisünnet dışı derviş gruplarının etkileri
konusu ziyadesiyle ilgi uyandırmış ve çok sayıda araştırmaya konu olmuştur.
Ne yazık ki Türkiye’de Türk kültür tarihiyle ilgili
yapılan çalışmalarda, çoğu kez ilmi kıstaslara uyulmadığı, ayrıca yazarların
ele aldıkları konuya, benimsedikleri ideolojilerin zaviyesinden bakmaları
yüzünden, hadiselerin gerçek durumlarına ve tarihi akışına uymayan bambaşka bir
tablo ile karşılaşılabilmektedir.
Babaîlik ve isyanı üzerinde yapılan değerlendirmeler
arasında “Aleviliğin tarihsel altyapısını” teşkil ettiğini ileri sürenlerin
yanında, hadiseyi “Şia menşeli adi bir şekavet hareketi” olarak değerlendirenler
de olmuştur.
Bunun yanında, “Anadolu Selçuklularının Babailere
karşı yaptıklarını bir katliam olarak nitelendirip, Babaîlik, Alevilik ve
Bektaşiliğin tarihin yok ediciliği karşısında dayanan düşünceler” olduğunu dile
getirenler de çıkmıştır.
Belki de bizim açımızdan en önemlisi, Babaîlik ve
isyanının “Karaman ve hatta Osmanlı Beyliği’nin kurulmasına etki
ettiğini” ifade edenlerin mevcut olmasıdır.
Hâlbuki İlhanlı Devleti’nin Anadolu’daki valisi olan Demirtaş’ın 22 Ağustos
1328 tarihinde idam edilmesinden sonra, Anadolu beylikleri Moğol baskısından
kurtulmuş, Konya’nın kesin olarak Karamanlıların eline geçmesini müteakiben,
Mevlevîler Karamanlılara destek vermiş, Mevlevîlerin nüfuzundan ziyadesiyle istifade
eden Karamanlılar ise çok geçmeden Mevlevîliği adeta beyliğin resmi tasavvuf
ekolü haline getirmişlerdir.
Bu sebeple olsa gerektir ki XVI. Yüzyıl Osmanlı Arşiv
belgeleri penceresinden Karaman coğrafyasına bakıldığında, Gayri-Sünni tasavvuf
öğretilerinden ziyade Mevlevîlik ve Nakşibendîlik gibi Sünni tasavvufi
ekollerin ağırlıkta olduğu görülmektedir.
Biz burada, evvela Babaîlik ve Babaî isyanını Karaman
Beyleri ile ilişkilendiren rivayetleri tarih ilminin kıstasları çerçevesinde
ele aldıktan, sonra Karaman Beyliği’nin kurulduğu topraklar olan Ermenek
Kazası’nın XVI. Yüzyıla ait Tapu Tahrir ve Evkaf
Defterleri’ni, Babaîliğin o dönemdeki izlerini sürmek maksadıyla tetkik
edeceğiz.
Şüphesiz bütün bu mevzuların açıklığa
kavuşturulabilmesi, Babaîlik ve Babaî isyanın genel seyri üzerinde durmayı
gerektirmektedir.
“Baba” kelimesi Türk, Fars ve Berber dillerinde “ata”
anlamında kullanılan bir kelimedir.
Bir zümre ya da teşekkülün başında bulunan kimseye
hürmet maksadı ile baba denildiği bilinmektedir.
Selçuklular devrinden itibaren, tarihi kaynaklarda
rastlanan Babaî kelimesi ise, sadece Baba unvanı taşıyan bir şahsın yönettiği
ayaklanmaya katılan kimseleri belirtmek için kullanılan bir
terimken12, XVI. yüzyıldan itibaren Baba İlyas’ın müritlerini ifade etmeye başlamıştır.
“Baba” lakabıyla tanınan ilk Türkmen şeyhlerinden Baba
Tahir ve Baba Cafer, Tuğrul Bey (1040–1063) zamanında Azerbaycan’dan Anadolu’ya
yayılan dervişler teşkilatının en mühim simalarıdır.
Tuğrul Bey Hemedan’a geldiğinde adı geçen
dervişlerle
karşılaşmış, özellikle Baba Tahir’in nasihatini dinleyerek, hayır dualarını
almıştır.
Bu devirden başlayarak İran’da, daha sonra Anadolu’da
ve Rumeli’nde Baba lakabını taşıyan birçok meczup, şeyh ve sûfi şairlere
rastlanmaktadır.
Bu şahıslar ilginç kıyafetleri, dine ters düşen
âdetleri ve coşkun yaşayışlarıyla tamamen eski Türk Şamanlarını
andırmaktaydılar.
Bu sebeple Sünni mutasavvıfların şiddetli tenkitlerine
maruz kalmışlar, buna karşın köylü ve göçebelerin nezdinde büyük itibar
görmüşlerdir.
II. Gıyaseddin Keyhüsrev (1237–1246) döneminde ortaya
çıkan ve “Babaîler İsyanı” adı verilen hareketin hazırlayıcısı ise kendi
yandaşları arasında “Baba Resûl’ullah” diye isimlendirilen Baba İlyas veya Baba
İshak’tır.
Hareketin liderinin kimliğiyle ilgili 3 farklı görüş
mevcuttur.
Birinci görüşe göre, bu hareketin lideri Baba
İshak’tır.
İkinci görüş onun Baba İlyas-ı Horasanî olduğu
yönündedir.
Üçüncü görüşü savunanlar ise Baba Resul ile Baba
İshak’ın aynı kişi olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Biz ise isyanın lideri hususundaki bu tartışmayı bir
kenara bırakarak, bu isyanın başına “Baba İlyas” demek istiyoruz.
Babaî İsyanın Sebepleri
Osmanlı tarihçisi İbn Kemal, Baba İlyas’ın I. Alâ’eddin Keykubad
(1220–1237) zamanında devlet himayesine alındığını, II. Gıyaseddin Keyhüsrev
döneminde ise bağlılarının çoğalması sebebiyle, başkaldırı ihtimali
düşünülerek, onun ve bağlılarının kökünü kazıma kararı alındığını bildirir.
Taşköprüzâde de aynı doğrultuda fikir beyan etmektedir.
Babaîlerin sayılarının artması ve isyan ihtimali
sebebiyle, zamanın Selçuklu yönetiminin harekete geçtiğini belirten müellif,
eserinde: “Sultan Gıyaseddin b. Alâeddin, bu taifenin baş kaldıracağına
ihtimal verip dervişlerini katliam eyledi.
Kendi dahi çok zaman geçmeden öldü.
Nesilleri kesildi.
Şeyh Muhlis Baba, Yunan’da altı ay padişah olduktan
sonra Baba İlyas’ın sûfilerinden Nureddin ismindeki sûfinin Karaman adlı beş
yaşında bir oğlunu Yunan tahtına oturttu” ifadeleriyle durum hakkında bilgi
verir.
Baba İlyas’ın torunlarından Elvan Çelebi ise, isyanın
sebebini Osmanlı tarihçilerinden oldukça farklı anlatır.
O’na göre, Baba İlyas ile Selçuklu idaresi arasındaki
husumet, İlyas’ın sahip olduğu eşsiz bir atın köyün kadısı Küre Kadı’ya
verilmemesi sebebiyledir.
İlyas’ın elinden cins atını alamayan Kadı,
Anadolu kadılarının imzalarını da taşıyan bir rapor hazırlayarak Sultan
Gıyaseddin’e iletmiştir.
Raporda, Baba İlyas’ın sayısız askeri olduğu ve
kendisini peygamber ilan ettiği, halkı Sultan’a karşı kışkırttığı
anlatılmaktadır.
Bunun üzerine Selçuklu idaresi harekete geçmiş
ve mevzubahis isyan hadisesi patlak vermiştir.
Baba İlyas’ı Anadolu Selçuklu Devleti açısından
potansiyel bir tehlike haline getiren davranışın, kendisini bir veli, hatta bir
peygamber derecesine çıkarıp, bizatihi müridlerine bu yolda telkinlerde
bulunması, ayrıca Allah’ın kendilerine yardım edeceği ve savaşlarda
ölmeyecekleri inancını içlerine yerleştirmesi olarak ifade edilmiştir.
Derviş zümresinin yanında Müslim-gayrimüslim halk kütlesinin ve gazilerin de
katıldığı bu isyanın ortaya çıkmasına birçok faktörün etki ettiği muhakkaktır.
Ancak biz burada sadece birkaç tanesini ifade etmekle
yetineceğiz.
Bunların başında devlet arazilerinin çoğunun
evlatlık vakıflara dönüştürülmesi ve Türkmen nüfusunun yoğunlaşmasıyla
otlakların yetersiz gelmesi sayılabilir.
Ayrıca Türkmenlerin, yaylak ve kışlaklara gidiş
gelişleri esnasında ekili arazi ve bağlara hasar vermeleri, muhtemelen yerleşik
halkta Türkmenlere karşı nefret hislerinin uyanmasına sebep olmuştur.
Selçuklu devletinin Türkmenlere sırt çevirerek İranlı
unsurları tercih etmesi ise diğer önemli bir sebeptir.
Devletin bu siyasetinin neticesi olarak Türkmenler
kendilerini istenmeyen vatandaş hissetmişler ve böyle bir isyana
kalkışmışlardır.
Babaî İsyanı’nın Genel Seyri
Sultan Gıyaseddin, yukarıda izah edilen sebeplerden dolayı, Baba İlyas ve
bağlılarından gelebilecek tehlikeyi bertaraf etmek amacıyla harekete geçer ve
4000 kişilik bir ordu hazırlatır.
Olayı haber alan İlyas, zaviyesinden çıkarak
adamlarıyla birlikte Amasya Kalesi’ne sığınır.
Selçuklu askeri birliği Çat’a gelir, halk Cuma
namazında iken saldırıya geçer.
Az sayıda insan bu saldırıdan canını kurtulur.
Kurtulanların her biri bir memlekete dağılır ve
İlyas da çok geçmeden aldığı yaradan dolayı ölür.
Baba İlyas, ölmeden önce müritlerinden iki kişiyi Şam’da ikamet eden halifesi
Baba İshak’a göndermiştir.
Baba İshak, İlyas’ın Amasya’ya gelmemesine dair emrini
dinlemeyerek, etrafına topladığı adamlarıyla harekete geçmiştir.
1240 yılının Teşrinler mevsiminde meydana gelen isyan
ilk olarak Sumeysat (Adıyaman-Samsat)’a bağlı Kefersûd Nahiyesi’nin ateşe
verilmesiyle başlamış, bunlara karşı harekete geçen Malatya
valisi Muzaffereddin Alişîr’in 500 kişilik ordusu Elbistan’da mağlup olmuştur.
Baba İshak kuvvetleri bu kez Sivas’ta Selçuklu
güçlerine karşı bir zafer daha kazanmıştır.
Bu başarının tesiriyle, daha önce isyanın içerisinde
olmayıp o mıntıkalarda yaşayan Çepniler, Karamanlılar ve onların mensup
olduğu Avşar boyunun da hadiseye dâhil olduğu
bildirilmektedir.
Babaîler Sivas’tan hareketle Tokat’tan geçerek Amasya
bölgesine gelmiş, burada Mübarizeddin Armağanşah komutasındaki Selçuklu
kuvvetiyle çarpışmıştır.
Baba İshak komutasında Amasya’ya gelen Babaîler,
İlyas’ın ölüm haberini aldıktan sonra, Selçuklu ordusunu yenip, komutan
Armağanşah’ı da öldürerek, Konya’ya doğru yürüyüşe geç-
miştir.
Kayseri yakınlarında Selçuklu kuvvetlerini mağlup eden
Babailer, Selçuklu ordusuyla bu kez Malya Ovası’nda karşılaşmıştır.
Selçuklu askerine ilaveten 1000 kadar paralı Frank
askerinin de yer aldığı kuvvet tarafından çembere alınan, içerisinde Baba
İshak’ın da bulunduğu bu topluluk 1240’ta tamamen kılıçtan geçirilmiştir.
Ancak bu isyan, Anadolu Selçuklu Devleti’ni büyük
zaafa uğratmış, içte ve dışta devletin itibarını sarsmış ve bu sebeple
Moğollara Anadolu’yu istila etme cesareti vermiştir.
İsyanın Karamanoğulları Beyliği’nin Kurulmasındaki Rolü
Köprülü ve Barkan gibi tarihçiler, Babaî hareketinin Karamanoğulları
Beyliği’nin ve hatta Osmanlı devletinin kurulmasına etki ettiğini, ifade
etmişlerdir.
Ayrıca bu hareketin Bektaşîlik gibi ehlisünnet
akidesine muhalif hareketlere de başlangıç teşkil ettiği ileri sürülmektedir.
Anadolu Selçuklu Devleti’ni derinden sarsan bu isyan
hareketi, adeta Moğolları Anadolu’ya davet etti. İstila ile birlikte ortaya
çıkan siyasi ve askeri boşluktan istifade eden yeni hâkim unsurlar “beylik” adı
verilen küçük devletçikler şeklinde teşkilatlandılar.
Bunların en eskisi ve en güçlüsü ise Karamanoğulları
Beyliği’dir.
Bu beylik, Selçuklu Devleti’nin o zamanki
güneydeki ucu konumundaki Ermenek ve çevresinde 1256 tarihinde kurulmuştur.
Yeni kurulan devletçiklerin zamanının siyasi, askeri
ve içtimai şartlarından etkilenmesi kaçınılmazdır.
Bu meyanda, fetihler ve Moğol istilaları döneminde
Anadolu’ya
gelen Türkmen kabileleri arasında yer alan “Heterodoks Türkmen Babaları”
kendileri gibi Türkmen olan halk kitleleri arasında büyük manevi nüfuza sahiptiler.
Moğol işgali nedeniyle siyasi ve askeri otoritenin
kaybolduğu Anadolu’da, Türkmen toplumu reislerinin önderlik ettiği yeni siyasi
teşekküllerin oluşumu safhası, toplumun manevi önderlerinden ayrı düşünülemez.
Zaten çağdaş ve sonraki asırlara ait eserlerde Karaman
beylerini Babaîlik hareketiyle ilişkilendiren rivayetlerin yer aldığı görülür.
Ancak, bu rivayetlerin sahibi olan Karaman tarih
yazarlarının, hayal ürünü ile gerçek tarihi anıları birbirine karıştırdıkları
yönünde eleştirildiği görülür.
Selçuklu ve Osmanlı tarihçileri ise, mensubu oldukları
devletler Karaman Beyliği’nin rakibi olduğundan, Karamanlıları ilgilendiren
konularda tarafsız olamayacakları ihtimalini gündeme getirmektedir.
Ancak bu tarihi rivayetler, bütün sakıncalara rağmen,
dönemin siyasi, askeri ve içtimai vaziyetiyle ilgili kıymetli bilgiler
verdiğinden göz ardı edilemeyecek kadar değerlidir.
Yukarıda bahsi geçen bu rivayetlere göre Karaman
hanedanının atası Nûre Sofî´dir.
Nûre Sofî’nin, Baba İlyas’a intisap
ederek Sofu lakabını aldığı ve böylece göçebe Türkmenler arasındaki
nüfuzunu artırdığı belirtilir.
Baba İlyas’ın nüfuzunun Karamanlıların hâkim olduğu
sahaya da yayıldığı, bu yayılmada çaba sarf eden Nûre Sofu’nun Malya ovasında
Selçuklu kuvvetlerine karşı çarpıştığı, mağlubiyet sonrası ise Babaî
önderlerinden Baba İlyas’ın oğlu Muhlis Paşa ile Konya ve Ermenek bölgesine
sığındığı belirtilir.
Baba İlyas’a bağlılığı sebebiyle Türkmenler arasında
büyük nüfuza sahip olan Nûre Sofî’nin, başta Avşarlar olmak üzere diğer Türk
boylarını da idaresi altına alarak, 1215 yılı civarında önce Ereğli’yi, sonra
da Silifke’yi zapt ettiği belirtilir.
Ayrıca I. Alâ’ed-din Keykubad’ın, Nûre Sofî’ye bir
mektup göndererek, Ermenek’i fethetmesini istediği, Nûre Sofî’nin, zorlu bir
savaştan sonra 1228’de kaleyi güçlükle fethettiği, sonra yıl nice erkek ve kız
çocukları doğdu.
Soyları sopları bilinmedi” diyor.
Mut, Gülnar ve Mâra kalelerini fethettiği, bilahare
Ermenek’e gelerek orayı mesken edindiği rivayet edilir.
Ancak, Malya Ovası’ndaki savaşın tarihi 1240 olduğuna
göre Nûre Sofî’nin bu savaşa katıldığı, yenilgi sonrası Ermenek’e sığındığı,
Türkmenleri etrafında toplayıp seferlere çıktığı, bilahare 1215’te Ereğli’yi ve
Silifke’yi fethettiği tarzındaki yukarıdaki rivayetlerde kronoloji açısından
tutarsızlıklar mevcuttur.
Bunun başlıca sebebini ise haberleri nakleden
ilk kaynakların destan türünde kaynaklar olmasında aramak gerekmektedir.
Bu kaynaklardan Şikâri’nin, Nûre Sofî’nin ölümünde oğlu Karaman’ın yetişkin
olduğu şeklindeki rivayeti diğer kaynaklar tarafından doğrulanmamıştır.
Ancak onun Muhlis Paşa’nın başkaldırdığı zaman
öldüğü ve arkasında henüz beş yaşındaki Karaman’ı bıraktığı görüşü genel kabul
görmüştür.
Baba İlyas’ın neslinden gelen Muhlis Paşa’nın,
Karaman’ı yetiştirerek Babaî tarikatının şeyhlerinden birisi yaptığı,
Karaman’ın ise cesareti sayesinde Türkmenlerin çoğunu emri altına alarak bir
müddet sonra, kendisini sultan ilan ettiği belirtilmektedir.
Ancak, Nûre Sofu’nun ölüm tarihinin tam olarak
bilinmemesi, ayrıca oğlu Karaman’ın babası öldüğü zamandaki yaşında ihtilaf
olması, onu Babaî şeyhi yapan bu tür rivayetleri şüpheli hale
getirmektedir.
Söz konusu rivayete göre: “Sultan II. Gıyaseddin
Keyhüsrev Moğollar tarafından mağlup edilince, karışıklıktan istifade eden Babaîler,
Baba İlyas’ın oğlu Muhlis Paşa liderliğinde tekrar baş kaldırıp yine iktidar
bulmuşlardır.
Muhlis Paşa, bağlılarıyla
Selçuklular üzerine hücum edip, onlardan intikam almış, altı ay veya
kırk gün kadar Konya tahtında kalmıştır.
Sonra da saltanatını İlyas’ın müritlerinden Nûre
Sofu’nun oğlu Karaman’a bırakmıştır.
Karaman diyarında yaşamaya devam eden Muhlis Paşa,
Osman Gazi’nin fetihlerine de katılmıştır”.
Bu çalkantılı tarihi süreç içerisinde, Moğollar
tarafından farklı zaman aralıklarında gerçekleştirilen tedip hareketlerinin
yanında, ağır vergiler vb sebeplerden dolayı, yeni teşekkül eden beyliklerin
Anadolu’nun siyasi ve askeri hâkimiyetini Selçuklu Devleti’nden devralmaya
başladığı görülür.
Buraya kadar ele alınan rivayetlerden anlaşılacağı
üzere, bu kayıtlarda Karamanoğulları hanedanının atası olan Nûre Sofi’nin, Baba
İlyas’ın müridi; beyliğin adını taşıyan oğlu Karaman’ın ise Babaî
şeyhi yapıldığı görülmektedir.
Kanaatimizce, Karaman beyleri bilhassa beyliğin
kuruluşu aşamasında, muhtemelen Babaların Türk toplumu üzerindeki manevi
nüfuzundan istifade etmek amacıyla, şeyhlik seviyesine kadar çıkmasalar da, bu
manevi liderler ile yakın irtibata geçmiş olmalıdırlar.
Ancak XVI. yüzyıla ait Tapu Tahrir Defterleri’ndeki
kayıtlar, bu etkileşimin uzun süre devam etmediğini ispat eder
niteliktedir.
Babaî Etkisinin XVI. Yüzyıldaki Yansımaları
Şüphesiz Osmanlı Devleti, Tahrir Defterleri’ni imparatorluğun askeri, ticari ve
sosyoekonomik yapısını tespit etmede kullanmaktaydı.
Ayrıca defterlerde tescil edilen şahıs adları ve
adların kullanım oranları gibi hususlar, adlar üzerindeki coğrafi ve kültürel
çevrenin etkilerini göstermesi açısından oldukça mühimdir.
Biz de Karaman Beyliği’ne beşiklik etmiş olan
Ermenek yöresinin XVI. yüzyıl Tahrir defterlerinde geçen şahıs isimlerini ve
lakapları, Babaî hareketinin bölgedeki muhtemel tesirinin aydınlığa kavuşması
açısından ele alacağız.
Bu meyanda, Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunan
Karaman Vilayeti İçel Sancağı’nın 1, 31, 58, 83, 118, 182, 272, 392, 387, 696, 968,
1021 numaralı Tapu Tahrir Defterleri ile Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü
Kuyûd-u Kadîme Arşivi’nde yer alan aynı sancağın 128, 331, 565, 576 numaralı
defterlerini tetkik edeceğiz.
TD 83, 182, 272 ve TK 128 numaralı tahrir defterlerinde, Ermenek’te kaydedilen
isimler arasında, “Ahmed, Mehmed, Mahmud, Ömer, Ali, İbrahim, Yusuf, Hasan,
Hüseyin, Kasım, Musa” gibi isimlerin oldukça fazla olduğu görülür.
Bu isimlerin çokluğu, Osmanlının diğer
beldelerinde olduğu gibi bu yörede de dinin ne derece etkili olduğunun
göstergesidir.
Bu çok rastlanan isimlerin yanında, “Tuğrul,
Ertuğrul, Tanrıvermiş, Canbaz, Buldan, Bayezid, Sinan, Sabırlı, Koca Veli,
Değirmenci Ali, Çoban, Duyar, Sulu, Eymir, Bahadır, Can Paşa, Akça, Erdoğdu,
Erdoğan, Sunduk, Kara Memi, Bostan, Güzel, İlbey, Şahin, Tursun, Durmuş,
Yazıbeğ, Dadağı” gibi tamamen Türkçe isimler de bulunmaktaydı.
Yoğun olarak görülen Arap kökenli İslami
isimlerin yanında Türkçe adların kullanılması, yöre insanının Türk kültürünü
özümsemiş olmalarından kaynaklanmış olabilir.
Bir de iki kategoriden farklı olarak, “Âşık Paşa, Şeyh
Baba, Şah Kulu, Teâl Baba, Can Baba, Ali Baba, Halil Baba,Şaban Baba,” gibi
isimler de mevcuttur.
Ayrıca Ermenek’te isimlerle birlikte kullanıldığı
müşahede edilen “Şeyh, Pir, Pirî, Can, Kul, Seydi, Emir, Efendi, Tur, Sûfî,
Derviş, Baba, Hacı” gibi lakaplar havalideki sufî hareketlerin varlığını
gösterir.
Belki de bu tür isim ve lakaplar, aradan geçen üç asra
rağmen, hâlâ Babaî tesirinin devam ettiğine delil sayılabilir.
Benzer isimlendirmelerin Kırşehir’de de
rastlanması bu ihtimali kuvvetlendirir niteliktedir.
Bunun yanında “Hacı”ların çok olması şehirde refah
seviyesinin yüksekliğini de ortaya koymaktadır.
Örneğin, 1518’de Ermenek’te, 33 Hacı, 18 Pir, 15
Seydi, 4 Baba, 4
Can, 2 Efendi, 1 Tur, 2 Fakih, 1 Çelebi, 5 de Emir lâkabı taşıyan şahıs adı
bulunmaktaydı.
Fakat Sulu, Emir, Hacı gibi bazı isimlerin hem isim
hem de lâkap olarak kullanıldığı anlaşılıyor.
1555’te ise 38 Hacı, 17 Pir, 10 Seydi, 1 Baba, 1 Can,
5 Pîrî, 1 Derviş, 14 Fakih, 6 Emir, 1 Sûfî, 1 Paşa lâkabı mevcuttur.
1518’e göre kıyaslandığında, Hacı, Emir ve Fakih
lakaplarında artış olduğu görülür.
Fakih lâkabındaki artışın nedeni imamlara, isimlerinin
yanına Fakih ilavesinin yapılmasındandır.
Nihayet, Ermenek’te kullanılan bazı isim ve lakaplar,
yörede Babaî etkisinin hala devam ettiği yönünde anlaşılacağı gibi “Şey, Pir,
Seydi, Efendi” vb lakapların Sünni-sufi çevrelerde de kullanıldığı göz ardı
edilmemelidir.
Örneğin 1584 tarihli Evkâf Defteri’nde, Karamanoğlu
Halil Bey’in (1333–1340) Ermenek şehir merkezinde “şer’î hüccetle
Mevlevîhâne olarak isimlendirilen”59 bir zaviyesine rastlamaktayız.
Aynı tarihlerde şehrin Değirmenlik mahallesinde Şeyh
Ali es-Semerkandi’nin halifelerinden Süleyman Halife’nin ikâmet ettiğini ve
çevresinde oldukça nüfuz sahibi olduğu görülmektedir.
Evliya Çelebi, XVII. yüzyılda şehri ziyaretinde
Ermenek’te Babaî tesirini çağrıştıracak hiçbir malumat vermese de Tahrir
Defterleri’nden elde edilen bilgiler, XVI. yüzyılda Ermenek’te Sünni tasavvuf
ekollerinin yanında, Sünni olmayan sufî yaklaşımın da varlığını sürdüğü ileri
sürülebilir.
Babaî hareketinin, Anadolu Selçuklu Devleti’ni zaafa uğrattığı ve Moğol
istilasına zemin hazırladığı bilinen bir gerçektir.
Uzun yıllar Moğol idaresi altında kalan Anadolu’da,
her açıdan yıpranan Selçuklu idaresi hâkimiyetini kaybetmiş ve Anadolu
Beylikleri adıyla yeni devletçikler ortaya çıkmıştır.
Bu yönüyle Babaî hareketi, Anadolu Selçuklu
Devleti’nin çöküşü ve yerine kurulan Karamanoğulları dâhil bütün beyliklerin
ortaya
çıkışının en büyük müessiri durumundadır.
Netice olarak Babaîliğin ve bu hareketin yürüttüğü
isyanın Karaman Beyliği’nin kurulmasına tesir ettiği aşikârdır.
XVI. yüzyıla ait Tapu Tahrir kayıtlarında geçen şahıs
isimleri ve lakaplar tahlil edildiğinde, bu tesirin 300 yıl sonra bile nispeten
devam ettiğini gösterir.
Ayrıca, şehirde sınırlı sayıda da olsa etkinliğini
koruduğu anlaşılan Babaî cinsi Gayri Sünni tasavvufi ekollerin, o zamanda şehir
merkezinde bulunan Sünni tasavvuf ekollerine mensup şahısların yürüttüğü
faaliyetler sonucu asgariye indirildiği
sonucuna varılabilir.