24 Aralık 2022 Cumartesi

ANADOLU İSYANLARI - 1

 BABAİ İSYANI VE KARAMAN BEYLİĞİ

 

Bu makalede, Anadolu tarihinde Tasavvuf perdesi altında gerçekleşen hareketlerin en eskisi ve en önemlilerinden birisi olan Babaîler isyanı ve bu isyanın Karamanoğulları Beyliği’nin kurulmasına yaptığı etki ele alınmıştır.


Moğol istilası sonrası Anadolu’da teşekkül eden uç beyliklerinde, yerleşik İslamî kalıbın dışında, daha basit bir “Halk İslâmı” anlayışını temsil eden, çoğu Gayri-Sünni tarikatlara mensup Türkmen Babalarının ve dervişlerinin tesiri altında bulundukları
hususu öteden beri dile getirilmiştir.


Osmanlılar dâhil beylikler üzerinde ehlisünnet dışı derviş gruplarının etkileri konusu ziyadesiyle ilgi uyandırmış ve çok sayıda araştırmaya konu olmuştur.

Ne yazık ki Türkiye’de Türk kültür tarihiyle ilgili yapılan çalışmalarda, çoğu kez ilmi kıstaslara uyulmadığı, ayrıca yazarların ele aldıkları konuya, benimsedikleri ideolojilerin zaviyesinden bakmaları yüzünden, hadiselerin gerçek durumlarına ve tarihi akışına uymayan bambaşka bir tablo ile karşılaşılabilmektedir.

Babaîlik ve isyanı üzerinde yapılan değerlendirmeler arasında “Aleviliğin tarihsel altyapısını” teşkil ettiğini ileri sürenlerin yanında, hadiseyi “Şia menşeli adi bir şekavet hareketi” olarak değerlendirenler de olmuştur.

Bunun yanında, “Anadolu Selçuklularının Babailere karşı yaptıklarını bir katliam olarak nitelendirip, Babaîlik, Alevilik ve Bektaşiliğin tarihin yok ediciliği karşısında dayanan düşünceler” olduğunu dile getirenler de çıkmıştır.

Belki de bizim açımızdan en önemlisi, Babaîlik ve isyanının “Karaman ve hatta Osmanlı Beyliği’nin kurulmasına etki
ettiğini” ifade edenlerin mevcut olmasıdır.


Hâlbuki İlhanlı Devleti’nin Anadolu’daki valisi olan Demirtaş’ın 22 Ağustos 1328 tarihinde idam edilmesinden sonra, Anadolu beylikleri Moğol baskısından kurtulmuş, Konya’nın kesin olarak Karamanlıların eline geçmesini müteakiben, Mevlevîler Karamanlılara destek vermiş, Mevlevîlerin nüfuzundan ziyadesiyle istifade eden Karamanlılar ise çok geçmeden Mevlevîliği adeta beyliğin resmi tasavvuf ekolü haline getirmişlerdir.

Bu sebeple olsa gerektir ki XVI. Yüzyıl Osmanlı Arşiv belgeleri penceresinden Karaman coğrafyasına bakıldığında, Gayri-Sünni tasavvuf öğretilerinden ziyade Mevlevîlik ve Nakşibendîlik gibi Sünni tasavvufi ekollerin ağırlıkta olduğu görülmektedir.

Biz burada, evvela Babaîlik ve Babaî isyanını Karaman Beyleri ile ilişkilendiren rivayetleri tarih ilminin kıstasları çerçevesinde ele aldıktan, sonra Karaman Beyliği’nin kurulduğu topraklar olan Ermenek Kazası’nın XVI. Yüzyıla ait Tapu Tahrir ve Evkaf
Defterleri’ni, Babaîliğin o dönemdeki izlerini sürmek maksadıyla tetkik edeceğiz.

Şüphesiz bütün bu mevzuların açıklığa kavuşturulabilmesi, Babaîlik ve Babaî isyanın genel seyri üzerinde durmayı gerektirmektedir.

“Baba” kelimesi Türk, Fars ve Berber dillerinde “ata” anlamında kullanılan bir kelimedir.

Bir zümre ya da teşekkülün başında bulunan kimseye hürmet maksadı ile baba denildiği bilinmektedir.

Selçuklular devrinden itibaren, tarihi kaynaklarda rastlanan Babaî kelimesi ise, sadece Baba unvanı taşıyan bir şahsın yönettiği ayaklanmaya katılan kimseleri belirtmek için kullanılan bir
terimken12, XVI. yüzyıldan itibaren Baba İlyas’ın müritlerini ifade etmeye başlamıştır.

“Baba” lakabıyla tanınan ilk Türkmen şeyhlerinden Baba Tahir ve Baba Cafer, Tuğrul Bey (1040–1063) zamanında Azerbaycan’dan Anadolu’ya yayılan dervişler teşkilatının en mühim simalarıdır.

 Tuğrul Bey Hemedan’a geldiğinde adı geçen dervişlerle
karşılaşmış, özellikle Baba Tahir’in nasihatini dinleyerek, hayır dualarını almıştır.

Bu devirden başlayarak İran’da, daha sonra Anadolu’da ve Rumeli’nde Baba lakabını taşıyan birçok meczup, şeyh ve sûfi şairlere rastlanmaktadır.

Bu şahıslar ilginç kıyafetleri, dine ters düşen âdetleri ve coşkun yaşayışlarıyla tamamen eski Türk Şamanlarını andırmaktaydılar.

Bu sebeple Sünni mutasavvıfların şiddetli tenkitlerine maruz kalmışlar, buna karşın köylü ve göçebelerin nezdinde büyük itibar görmüşlerdir.

II. Gıyaseddin Keyhüsrev (1237–1246) döneminde ortaya çıkan ve “Babaîler İsyanı” adı verilen hareketin hazırlayıcısı ise kendi yandaşları arasında “Baba Resûl’ullah” diye isimlendirilen Baba İlyas veya Baba İshak’tır.

Hareketin liderinin kimliğiyle ilgili 3 farklı görüş mevcuttur.

Birinci görüşe göre, bu hareketin lideri Baba İshak’tır.

 İkinci görüş onun Baba İlyas-ı Horasanî olduğu yönündedir.

Üçüncü görüşü savunanlar ise Baba Resul ile Baba İshak’ın aynı kişi olduğunu ileri sürmüşlerdir.

Biz ise isyanın lideri hususundaki bu tartışmayı bir kenara bırakarak, bu isyanın başına “Baba İlyas” demek istiyoruz.


Babaî İsyanın Sebepleri

Osmanlı tarihçisi İbn Kemal, Baba İlyas’ın I. Alâ’eddin Keykubad (1220–1237) zamanında devlet himayesine alındığını, II. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde ise bağlılarının çoğalması sebebiyle, başkaldırı ihtimali düşünülerek, onun ve bağlılarının kökünü kazıma kararı alındığını bildirir.


Taşköprüzâde de aynı doğrultuda fikir beyan etmektedir.

Babaîlerin sayılarının artması ve isyan ihtimali sebebiyle, zamanın Selçuklu yönetiminin harekete geçtiğini belirten müellif, eserinde: “Sultan Gıyaseddin b. Alâeddin, bu taifenin baş kaldıracağına
ihtimal verip dervişlerini katliam eyledi.

Kendi dahi çok zaman geçmeden öldü.

Nesilleri kesildi.

Şeyh Muhlis Baba, Yunan’da altı ay padişah olduktan sonra Baba İlyas’ın sûfilerinden Nureddin ismindeki sûfinin Karaman adlı beş yaşında bir oğlunu Yunan tahtına oturttu” ifadeleriyle durum hakkında bilgi verir.

Baba İlyas’ın torunlarından Elvan Çelebi ise, isyanın sebebini Osmanlı tarihçilerinden oldukça farklı anlatır.

O’na göre, Baba İlyas ile Selçuklu idaresi arasındaki husumet, İlyas’ın sahip olduğu eşsiz bir atın köyün kadısı Küre Kadı’ya verilmemesi sebebiyledir.

 İlyas’ın elinden cins atını alamayan Kadı, Anadolu kadılarının imzalarını da taşıyan bir rapor hazırlayarak Sultan Gıyaseddin’e iletmiştir.

Raporda, Baba İlyas’ın sayısız askeri olduğu ve kendisini peygamber ilan ettiği, halkı Sultan’a karşı kışkırttığı anlatılmaktadır.

 Bunun üzerine Selçuklu idaresi harekete geçmiş ve mevzubahis isyan hadisesi patlak vermiştir.

Baba İlyas’ı Anadolu Selçuklu Devleti açısından potansiyel bir tehlike haline getiren davranışın, kendisini bir veli, hatta bir peygamber derecesine çıkarıp, bizatihi müridlerine bu yolda telkinlerde bulunması, ayrıca Allah’ın kendilerine yardım edeceği ve savaşlarda ölmeyecekleri inancını içlerine yerleştirmesi olarak ifade edilmiştir.


Derviş zümresinin yanında Müslim-gayrimüslim halk kütlesinin ve gazilerin de katıldığı bu isyanın ortaya çıkmasına birçok faktörün etki ettiği muhakkaktır.

Ancak biz burada sadece birkaç tanesini ifade etmekle yetineceğiz.

 Bunların başında devlet arazilerinin çoğunun evlatlık vakıflara dönüştürülmesi ve Türkmen nüfusunun yoğunlaşmasıyla otlakların yetersiz gelmesi sayılabilir.

Ayrıca Türkmenlerin, yaylak ve kışlaklara gidiş gelişleri esnasında ekili arazi ve bağlara hasar vermeleri, muhtemelen yerleşik
halkta Türkmenlere karşı nefret hislerinin uyanmasına sebep olmuştur.

Selçuklu devletinin Türkmenlere sırt çevirerek İranlı unsurları tercih etmesi ise diğer önemli bir sebeptir.

Devletin bu siyasetinin neticesi olarak Türkmenler kendilerini istenmeyen vatandaş hissetmişler ve böyle bir isyana kalkışmışlardır.


Babaî İsyanı’nın Genel Seyri

Sultan Gıyaseddin, yukarıda izah edilen sebeplerden dolayı, Baba İlyas ve bağlılarından gelebilecek tehlikeyi bertaraf etmek amacıyla harekete geçer ve 4000 kişilik bir ordu hazırlatır.

Olayı haber alan İlyas, zaviyesinden çıkarak adamlarıyla birlikte Amasya Kalesi’ne sığınır.

Selçuklu askeri birliği Çat’a gelir, halk Cuma namazında iken saldırıya geçer.

Az sayıda insan bu saldırıdan canını kurtulur.

 Kurtulanların her biri bir memlekete dağılır ve İlyas da çok geçmeden aldığı yaradan dolayı ölür.


Baba İlyas, ölmeden önce müritlerinden iki kişiyi Şam’da ikamet eden halifesi Baba İshak’a göndermiştir.

Baba İshak, İlyas’ın Amasya’ya gelmemesine dair emrini dinlemeyerek, etrafına topladığı adamlarıyla harekete geçmiştir.

1240 yılının Teşrinler mevsiminde meydana gelen isyan ilk olarak Sumeysat (Adıyaman-Samsat)’a bağlı Kefersûd Nahiyesi’nin ateşe verilmesiyle başlamış, bunlara karşı harekete geçen Malatya
valisi Muzaffereddin Alişîr’in 500 kişilik ordusu Elbistan’da mağlup olmuştur.

Baba İshak kuvvetleri bu kez Sivas’ta Selçuklu güçlerine karşı bir zafer daha kazanmıştır.

Bu başarının tesiriyle, daha önce isyanın içerisinde olmayıp o mıntıkalarda yaşayan Çepniler, Karamanlılar ve onların mensup olduğu Avşar boyunun da hadiseye dâhil olduğu
bildirilmektedir.

Babaîler Sivas’tan hareketle Tokat’tan geçerek Amasya bölgesine gelmiş, burada Mübarizeddin Armağanşah komutasındaki Selçuklu kuvvetiyle çarpışmıştır.

Baba İshak komutasında Amasya’ya gelen Babaîler, İlyas’ın ölüm haberini aldıktan sonra, Selçuklu ordusunu yenip, komutan Armağanşah’ı da öldürerek, Konya’ya doğru yürüyüşe geç-
miştir.

Kayseri yakınlarında Selçuklu kuvvetlerini mağlup eden Babailer, Selçuklu ordusuyla bu kez Malya Ovası’nda karşılaşmıştır.

Selçuklu askerine ilaveten 1000 kadar paralı Frank askerinin de yer aldığı kuvvet tarafından çembere alınan, içerisinde Baba İshak’ın da bulunduğu bu topluluk 1240’ta tamamen kılıçtan geçirilmiştir.

Ancak bu isyan, Anadolu Selçuklu Devleti’ni büyük zaafa uğratmış, içte ve dışta devletin itibarını sarsmış ve bu sebeple Moğollara Anadolu’yu istila etme cesareti vermiştir.


İsyanın Karamanoğulları Beyliği’nin Kurulmasındaki Rolü

Köprülü ve Barkan gibi tarihçiler, Babaî hareketinin Karamanoğulları Beyliği’nin ve hatta Osmanlı devletinin kurulmasına etki ettiğini, ifade etmişlerdir.

Ayrıca bu hareketin Bektaşîlik gibi ehlisünnet akidesine muhalif hareketlere de başlangıç teşkil ettiği ileri sürülmektedir.

Anadolu Selçuklu Devleti’ni derinden sarsan bu isyan hareketi, adeta Moğolları Anadolu’ya davet etti. İstila ile birlikte ortaya çıkan siyasi ve askeri boşluktan istifade eden yeni hâkim unsurlar “beylik” adı verilen küçük devletçikler şeklinde teşkilatlandılar.

Bunların en eskisi ve en güçlüsü ise Karamanoğulları Beyliği’dir.

 Bu beylik, Selçuklu Devleti’nin o zamanki güneydeki ucu konumundaki Ermenek ve çevresinde 1256 tarihinde kurulmuştur.

Yeni kurulan devletçiklerin zamanının siyasi, askeri ve içtimai şartlarından etkilenmesi kaçınılmazdır.

Bu meyanda, fetihler ve Moğol istilaları döneminde Anadolu’ya
gelen Türkmen kabileleri arasında yer alan “Heterodoks Türkmen Babaları” kendileri gibi Türkmen olan halk kitleleri arasında büyük manevi nüfuza sahiptiler.

Moğol işgali nedeniyle siyasi ve askeri otoritenin kaybolduğu Anadolu’da, Türkmen toplumu reislerinin önderlik ettiği yeni siyasi teşekküllerin oluşumu safhası, toplumun manevi önderlerinden ayrı düşünülemez.

Zaten çağdaş ve sonraki asırlara ait eserlerde Karaman beylerini Babaîlik hareketiyle ilişkilendiren rivayetlerin yer aldığı görülür.

 Ancak, bu rivayetlerin sahibi olan Karaman tarih yazarlarının, hayal ürünü ile gerçek tarihi anıları birbirine karıştırdıkları yönünde eleştirildiği görülür.

Selçuklu ve Osmanlı tarihçileri ise, mensubu oldukları devletler Karaman Beyliği’nin rakibi olduğundan, Karamanlıları ilgilendiren konularda tarafsız olamayacakları ihtimalini gündeme getirmektedir.

Ancak bu tarihi rivayetler, bütün sakıncalara rağmen, dönemin siyasi, askeri ve içtimai vaziyetiyle ilgili kıymetli bilgiler verdiğinden göz ardı edilemeyecek kadar değerlidir.

Yukarıda bahsi geçen bu rivayetlere göre Karaman hanedanının atası Nûre Sofî´dir.

Nûre Sofî’nin, Baba İlyas’a intisap ederek Sofu lakabını aldığı ve böylece göçebe Türkmenler arasındaki nüfuzunu artırdığı belirtilir.

Baba İlyas’ın nüfuzunun Karamanlıların hâkim olduğu sahaya da yayıldığı, bu yayılmada çaba sarf eden Nûre Sofu’nun Malya ovasında Selçuklu kuvvetlerine karşı çarpıştığı, mağlubiyet sonrası ise Babaî önderlerinden Baba İlyas’ın oğlu Muhlis Paşa ile Konya ve Ermenek bölgesine sığındığı belirtilir.

Baba İlyas’a bağlılığı sebebiyle Türkmenler arasında büyük nüfuza sahip olan Nûre Sofî’nin, başta Avşarlar olmak üzere diğer Türk boylarını da idaresi altına alarak, 1215 yılı civarında önce Ereğli’yi, sonra da Silifke’yi zapt ettiği belirtilir.

Ayrıca I. Alâ’ed-din Keykubad’ın, Nûre Sofî’ye bir mektup göndererek, Ermenek’i fethetmesini istediği, Nûre Sofî’nin, zorlu bir savaştan sonra 1228’de kaleyi güçlükle fethettiği, sonra yıl nice erkek ve kız çocukları doğdu.

Soyları sopları bilinmedi” diyor.

Mut, Gülnar ve Mâra kalelerini fethettiği, bilahare Ermenek’e gelerek orayı mesken edindiği rivayet edilir.

Ancak, Malya Ovası’ndaki savaşın tarihi 1240 olduğuna göre Nûre Sofî’nin bu savaşa katıldığı, yenilgi sonrası Ermenek’e sığındığı, Türkmenleri etrafında toplayıp seferlere çıktığı, bilahare 1215’te Ereğli’yi ve Silifke’yi fethettiği tarzındaki yukarıdaki rivayetlerde kronoloji açısından tutarsızlıklar mevcuttur.

 Bunun başlıca sebebini ise haberleri nakleden ilk kaynakların destan türünde kaynaklar olmasında aramak gerekmektedir.


Bu kaynaklardan Şikâri’nin, Nûre Sofî’nin ölümünde oğlu Karaman’ın yetişkin olduğu şeklindeki rivayeti diğer kaynaklar tarafından doğrulanmamıştır.

 Ancak onun Muhlis Paşa’nın başkaldırdığı zaman öldüğü ve arkasında henüz beş yaşındaki Karaman’ı bıraktığı görüşü genel kabul görmüştür.

Baba İlyas’ın neslinden gelen Muhlis Paşa’nın, Karaman’ı yetiştirerek Babaî tarikatının şeyhlerinden birisi yaptığı, Karaman’ın ise cesareti sayesinde Türkmenlerin çoğunu emri altına alarak bir müddet sonra, kendisini sultan ilan ettiği belirtilmektedir.

 Ancak, Nûre Sofu’nun ölüm tarihinin tam olarak bilinmemesi, ayrıca oğlu Karaman’ın babası öldüğü zamandaki yaşında ihtilaf olması, onu Babaî şeyhi yapan bu tür rivayetleri şüpheli hale getirmektedir.

Söz konusu rivayete göre: “Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev Moğollar tarafından mağlup edilince, karışıklıktan istifade eden Babaîler, Baba İlyas’ın oğlu Muhlis Paşa liderliğinde tekrar baş kaldırıp yine iktidar bulmuşlardır.

Muhlis Paşa, bağlılarıyla Selçuklular  üzerine hücum edip, onlardan intikam almış, altı ay veya kırk gün kadar Konya tahtında kalmıştır.

Sonra da saltanatını İlyas’ın müritlerinden Nûre Sofu’nun oğlu Karaman’a bırakmıştır.

Karaman diyarında yaşamaya devam eden Muhlis Paşa, Osman Gazi’nin fetihlerine de katılmıştır”.

Bu çalkantılı tarihi süreç içerisinde, Moğollar tarafından farklı zaman aralıklarında gerçekleştirilen tedip hareketlerinin yanında, ağır vergiler vb sebeplerden dolayı, yeni teşekkül eden beyliklerin Anadolu’nun siyasi ve askeri hâkimiyetini Selçuklu Devleti’nden devralmaya başladığı görülür.

Buraya kadar ele alınan rivayetlerden anlaşılacağı üzere, bu kayıtlarda Karamanoğulları hanedanının atası olan Nûre Sofi’nin, Baba İlyas’ın müridi; beyliğin adını taşıyan oğlu Karaman’ın ise Babaî şeyhi yapıldığı görülmektedir.

 Kanaatimizce, Karaman beyleri bilhassa beyliğin kuruluşu aşamasında, muhtemelen Babaların Türk toplumu üzerindeki manevi nüfuzundan istifade etmek amacıyla, şeyhlik seviyesine kadar çıkmasalar da, bu manevi liderler ile yakın irtibata geçmiş olmalıdırlar.

Ancak XVI. yüzyıla ait Tapu Tahrir Defterleri’ndeki kayıtlar, bu etkileşimin uzun süre devam etmediğini ispat eder
niteliktedir.


Babaî Etkisinin XVI. Yüzyıldaki Yansımaları

Şüphesiz Osmanlı Devleti, Tahrir Defterleri’ni imparatorluğun askeri, ticari ve sosyoekonomik yapısını tespit etmede kullanmaktaydı.

Ayrıca defterlerde tescil edilen şahıs adları ve adların kullanım oranları gibi hususlar, adlar üzerindeki coğrafi ve kültürel çevrenin etkilerini göstermesi açısından oldukça mühimdir.

 Biz de Karaman Beyliği’ne beşiklik etmiş olan Ermenek yöresinin XVI. yüzyıl Tahrir defterlerinde geçen şahıs isimlerini ve lakapları, Babaî hareketinin bölgedeki muhtemel tesirinin aydınlığa kavuşması açısından ele alacağız.

Bu meyanda, Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunan
Karaman Vilayeti İçel Sancağı’nın 1, 31, 58, 83, 118, 182, 272, 392, 387, 696, 968, 1021 numaralı Tapu Tahrir Defterleri ile Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Kuyûd-u Kadîme Arşivi’nde yer alan aynı sancağın 128, 331, 565, 576 numaralı defterlerini tetkik edeceğiz.


TD 83, 182, 272 ve TK 128 numaralı tahrir defterlerinde, Ermenek’te kaydedilen isimler arasında, “Ahmed, Mehmed, Mahmud, Ömer, Ali, İbrahim, Yusuf, Hasan, Hüseyin, Kasım, Musa” gibi isimlerin oldukça fazla olduğu görülür.

 Bu isimlerin çokluğu, Osmanlının diğer beldelerinde olduğu gibi bu yörede de dinin ne derece etkili olduğunun göstergesidir.

Bu çok rastlanan isimlerin yanında, “Tuğrul, Ertuğrul, Tanrıvermiş, Canbaz, Buldan, Bayezid, Sinan, Sabırlı, Koca Veli, Değirmenci Ali, Çoban, Duyar, Sulu, Eymir, Bahadır, Can Paşa, Akça, Erdoğdu, Erdoğan, Sunduk, Kara Memi, Bostan, Güzel, İlbey, Şahin, Tursun, Durmuş, Yazıbeğ, Dadağı” gibi tamamen Türkçe isimler de bulunmaktaydı.

 Yoğun olarak görülen Arap kökenli İslami isimlerin yanında Türkçe adların kullanılması, yöre insanının Türk kültürünü özümsemiş olmalarından kaynaklanmış olabilir.

Bir de iki kategoriden farklı olarak, “Âşık Paşa, Şeyh Baba, Şah Kulu, Teâl Baba, Can Baba, Ali Baba, Halil Baba,Şaban Baba,” gibi isimler de mevcuttur.

Ayrıca Ermenek’te isimlerle birlikte kullanıldığı müşahede edilen “Şeyh, Pir, Pirî, Can, Kul, Seydi, Emir, Efendi, Tur, Sûfî, Derviş, Baba, Hacı” gibi lakaplar havalideki sufî hareketlerin varlığını gösterir.

Belki de bu tür isim ve lakaplar, aradan geçen üç asra rağmen, hâlâ Babaî tesirinin devam ettiğine delil sayılabilir.

 Benzer isimlendirmelerin Kırşehir’de de rastlanması bu ihtimali kuvvetlendirir niteliktedir.

Bunun yanında “Hacı”ların çok olması şehirde refah seviyesinin yüksekliğini de ortaya koymaktadır.

Örneğin, 1518’de Ermenek’te, 33 Hacı, 18 Pir, 15 Seydi, 4 Baba, 4
Can, 2 Efendi, 1 Tur, 2 Fakih, 1 Çelebi, 5 de Emir lâkabı taşıyan şahıs adı bulunmaktaydı.

Fakat Sulu, Emir, Hacı gibi bazı isimlerin hem isim hem de lâkap olarak kullanıldığı anlaşılıyor.

1555’te ise 38 Hacı, 17 Pir, 10 Seydi, 1 Baba, 1 Can, 5 Pîrî, 1 Derviş, 14 Fakih, 6 Emir, 1 Sûfî, 1 Paşa lâkabı mevcuttur.

1518’e göre kıyaslandığında, Hacı, Emir ve Fakih lakaplarında artış olduğu görülür.

Fakih lâkabındaki artışın nedeni imamlara, isimlerinin yanına Fakih ilavesinin yapılmasındandır.

Nihayet, Ermenek’te kullanılan bazı isim ve lakaplar, yörede Babaî etkisinin hala devam ettiği yönünde anlaşılacağı gibi “Şey, Pir, Seydi, Efendi” vb lakapların Sünni-sufi çevrelerde de kullanıldığı göz ardı edilmemelidir.

Örneğin 1584 tarihli Evkâf Defteri’nde, Karamanoğlu Halil Bey’in (1333–1340) Ermenek şehir merkezinde “şer’î hüccetle
Mevlevîhâne olarak isimlendirilen”59 bir zaviyesine rastlamaktayız.

Aynı tarihlerde şehrin Değirmenlik mahallesinde Şeyh Ali es-Semerkandi’nin halifelerinden Süleyman Halife’nin ikâmet ettiğini ve çevresinde oldukça nüfuz sahibi olduğu görülmektedir.

Evliya Çelebi, XVII. yüzyılda şehri ziyaretinde Ermenek’te Babaî tesirini çağrıştıracak hiçbir malumat vermese de Tahrir Defterleri’nden elde edilen bilgiler, XVI. yüzyılda Ermenek’te Sünni tasavvuf ekollerinin yanında, Sünni olmayan sufî yaklaşımın da varlığını sürdüğü ileri sürülebilir.

Babaî hareketinin, Anadolu Selçuklu Devleti’ni zaafa uğrattığı ve Moğol istilasına zemin hazırladığı bilinen bir gerçektir.

Uzun yıllar Moğol idaresi altında kalan Anadolu’da, her açıdan yıpranan Selçuklu idaresi hâkimiyetini kaybetmiş ve Anadolu Beylikleri adıyla yeni devletçikler ortaya çıkmıştır.

Bu yönüyle Babaî hareketi, Anadolu Selçuklu Devleti’nin çöküşü ve yerine kurulan Karamanoğulları dâhil bütün beyliklerin ortaya
çıkışının en büyük müessiri durumundadır.

Netice olarak Babaîliğin ve bu hareketin yürüttüğü isyanın Karaman Beyliği’nin kurulmasına tesir ettiği aşikârdır.

XVI. yüzyıla ait Tapu Tahrir kayıtlarında geçen şahıs
isimleri ve lakaplar tahlil edildiğinde, bu tesirin 300 yıl sonra bile nispeten devam ettiğini gösterir.

Ayrıca, şehirde sınırlı sayıda da olsa etkinliğini koruduğu anlaşılan Babaî cinsi Gayri Sünni tasavvufi ekollerin, o zamanda şehir merkezinde bulunan Sünni tasavvuf ekollerine mensup şahısların yürüttüğü faaliyetler sonucu asgariye indirildiği
sonucuna varılabilir.

 

ÜTOPYALAR - 1

  ÜTOPYA VE GERÇEKLİK   Sosyalizm on dokuzuncu yüzyıl Avrupa’sının üzerine bir ütopya olarak çökmüştür. Bu ifade, kesinlikle şu iki t...